Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Attan İnememek!

Yolun buradan sonrasını yürüyerek devam edeceğiz... Yolcu yolunda gerek. Yol bazen düz, bazen yokuş, bazen taşlı... İnsan bir yolcudur; kabirden haşre, oradan ebedi istirahatgahına gidecek garip bir yolcu. Daha önce hiç tanımadığı insanları kalp cüzdanında saklayacak kadar bir acube-i hilkat! Farkında olmasakta zaman şeridinde her an yol alıyoruz. Bazen makamlar elde edip; at sırtında gidiyoruz, bazen makamları kaybedip eşek sırtına razı oluyoruz. Yolcusu kadar yolu da garip olan bu serüvende illede makam diye tutturanlar, asıl kaybedenler; işte onlar oluyor! Tüm zorluklara rağmen hayatın cehd ve gayret ile anlam kazanacağını “ bilen ademoğlu ” her vasıta değiştirdiğinde bitmek bilmeyen bir enerji ile yoluna devam ediyor. Sen yola devam et yol sana öğretir; ne kadarda hakikatli bir söz! Zahiren kadercilik gibi gelse de aslında insanın bu hayat serüveninde her şeyin dizginini elinde tutamayacağını anlatan veciz bir ifade. Bir garip dedi; attan inip
En son yayınlar

Musibetin iki kefesi: Maddî-mânevî

Dünya, yaşadığı maddî-mânevî bir inkılâbın ayak seslerini bütün misafirlerinin anlayacağı dilden haykırıyor. Bahsi geçen haykırmanın dili bazen depremce, bazen yangınca, bazen virüsçe bazen vesaire… Elbette inkılâbın sebebi, maddî boyutta yeryüzünde tasarrufa yetkili insanoğlunun bulaşık elinin tesiri oluyor. Küresel ısınmanın zeminini hazırlayan; sera gazının fütursuzca salınımı, betonlaşmanın haddinden fazla ve plansızca dağılımı, dere yatakları ve göllerin yeri geldiğinde denizlerin bile hoyratça doldurulması, şehirlerin aşırı ısınması sonucu kar yağışlarının engellenmesi, deprem riski bulunan yerlerde yapılaşma ve bunlarla beraber insanlığın bıraktığı kirli atıklar insan elinin ne kadar kirlendiğinin göstergeleri. Eğer harıl harıl eli kanlı birilerini arıyorsa insan, evvela kendi ellerine baksa ve bir an önce suçunu kabul edip kendisine çeki düzen verse, illaki bu kötü gidişin bir çözümü bulunacak. Aslında yeryüzü özelinde kâinat muazzam bir düzen ve sistemin ürünü. Bas

Derdi Olana Bu Satırlar…

İnsanda var olan cihazlara baktığımızda ve yaşadığı hayat serüvenine dikkat ettiğimizde insanın bu dünyaya; ancak imtihan için geldiğini daha net görebiliyoruz.  Muhatap olduğu sıkıntılı hallerin aslında onun iyiliğini isteyen ve tekamül etmesi için onu çalıştıran bir Zatın hikmetle dolu imtihanları olduğu gayet açık. Başa gelen hastalıkta da bu böyle, ruha gelen sıkıntı da, kalbe gelen kabzda da bu böyle... Mühim olan kimden kime şekva etmeyi bilmeli, muhatap olunan musibetin sahibini idrak etmeli, gelen kabzın bir vesile ile bast olacağına hazırlıklı olmalı. Gelen sıkıntının, musibetin, elemin, acının, derdin, üzüntünün vesairenin; ilacı ve tedavisi nasıl olacağına dair biraz düşünelim istiyorum. Elbette maddi hastalıkların hekimine başvurmak elzem; lakin bu fırtınalar zamanı bir duruş sergilemek; nasıl olur, kendi kendine nasıl yeter insan, biraz daha derinlemesine irdelemek gerekiyor. Evvelen; zahmet her zaman olduğu gibi rahmete gebe. Sıkıntılı bir meşakkatin ardından

BAŞKASININ GÜNAHINA GÜLENLER…

Kadınlar bizim baş tacımız. Elbette bu âlemde güzellik ve sanatın, hüsün ve cemalin en belirgin misalleridir onlar. Dolayısıyla bizim için -biraz sloganvari olacak ama- dünya kadınlar günü bir gün değil her gündür. Toplumlar kadının kıymetini bildiği ölçüde değer kazanırlar. Zira toplumu inşa eden en sağlam karakter hiç şüphesiz annelerdir. Değer biçme meselesi çok tartışamaya açık bir ifade olduğu için kadına mutlak hürriyeti rüşvet veren ahir zaman sapmış cereyanlarına inat kadının değerinin evinde olduğunu ve yine evinde anlaşılacağını şuraya not düşmek gerekiyor.  Yine de dünya kadınlar gününün şefkat kahramanları cenahını tebrik etmekle beraber; bugünün nasıl çevreler tarafından deruhte edildiğini anlamak için yapılan yürüyüş ve kutlamalara bakmak yeterli olacaktır. Siyasi gerilimin had safhada olduğu bir zamanda böyle kitlesel hareketin zaten tozdan nem kapan bir gurup tarafından alet edileceği, beni şaşırtmadı desem yeridir. Daha evvel yazılarımda da belirttiğim gibi

Kim Kazanacak!

Dünya hızlı bir maratonun son metrelerinde gibi hareket ediyor. İnsanlık bu hengâmede ya İslamiyet’e koşuyor ya da kıyamete. Son demde yaşananlar; nezafeti öncelemeler, birbirinin halinden anlamalar, yaptığı yanlışlardan dolayı üzgün olduğunu ifade etmeler yaşanılan hadiselerden ders alınıyor oluşunun tezahürü elbette. Öyle herkesin bu hesaplaşmaya gireceğini elbette kimse beklemiyor; zira biz biliyoruz ki, toplumun yüzde sekseni ehli tahkik değil. Değil ama tahkik olmayanların önemli bir zaafı var, onlara vicdanlarından tevarüs eden.  Ehli tahkik olan, olayları doğru ve istikametli analiz edenlerin peşinden gitme gayreti. Bu gayret özellikle bu zamanda umut vadediyor. İstikbalde en yüksek gür seda İslamiyet’in olacak sözü tahakkuk ediyor dersek hiçte yanılmış olmayız. Elbette uzaklarda bir yerlerde birileri menhus ruhunu yaymak için çeşitli planlar çeviriyor ama tuzak kuranların en hayırlısı Rabbi Rahim itikadı içinde olanlar; kâinatı velveleye veren hadisatlard

Alçaklık Payesi

ALÇAK/LARIN iZİNDEN-3 Bediüzzaman, hayatı boyunca alçak insanlarla istemese de karşılaşmak mecburiyetinde kalmıştır. Alçaklığın manasını tekrar hatırlatmak gerekirse; bile bile en kötü, en ahlaksızca davranışlarda bulunan, aşağılık, soysuz, namert, rezil, hain; anlamlarına geliyor. Bu yazıda da alçaklık sıfatının kimler hangi meziyetsizliklerinden aldıklarına bir göz atalım. Evvelen keyfi hareket eden, menhus güçlerin namına çalışan memurlardan başlayalım. Memurluk kanun namına değilde şahsi keyfilikleri ile hareket edildiğinde alçaklık sıfatına layık oluyor. "Birincisi: Dünyada hükûmet süren, hükmeden her kavmin, hattâ insan eti yiyen yamyamların ve vahşî canavar çete reislerinin dahi bir usulü var, bir düsturla hükmeder. Siz hangi usulle bu acîp tecavüzü yapıyorsunuz? Kanununuzu ibraz ediniz. Yoksa bazı alçak memurların keyiflerini kanun mu kabul ediyorsunuz? Böyle hususî ibadette kanun olmaz." 1 Bediüzzaman’ın hususi ibadetlerine dahi karışan, kanunsuzl

İngiliz Siyaseti

ALÇAK/LARIN iZİNDEN-2 Bir önceki yazımızda  bahsetmiştik, alçak işler diye tabir edilenler insan nazarında alçakmış gibi görünüyor; halbuki meselenin derinine indiğimizde büyük hikmetler, gayeler barındırdığı açık ve net. Alçak işler meselesine gerektiği kadar izahatı verdiğimize göre şimdi de dilerseniz insanın alçak şeylerle meşguliyeti meselesine devam edelim. Bundan sonraki satırlar alçak kelimesinin mecaz sıfat manasını ifade edecek  yani; bile bile en kötü, en ahlaksızca davranışlarda bulunan, aşağılık, soysuz, namert, rezil, hain. Kezalik; insanın öyle halleri var ki; alçak diye tabir edilen kizb ve hileye tenezzül etmez. Peki, nedir o yüksek haller; diye sorduğumuzda karşımıza şu satırlar çıkıyor. "Malûmdur ki, bir zatta içtima eden ahlâk-ı âliyenin imtizacından izzet-i nefis, haysiyet, şeref, vakar gibi, hasis, alçak şeylere tenezzül etmeye müsaade etmeyen yüksek haller husule gelir. Evet, melâike, ulüvv-ü şanlarından, şeytanları reddeder, kabul etme

Alçak İşler; Yanlış Kabuller

ALÇAK/LARIN İZİNDEN- 1 Lügat manası yerden uzaklığı az, yüksek karşıtı olan alçak kelimesinin birde sıfat, mecaz kullanımı var o da bile bile en kötü, en ahlaksızca davranışlarda bulunan, aşağılık, soysuz, namert, rezil, hain; anlamlarına geliyor. Epeydir dikkatimi çeken bu kelimenin Risale-i Nur’da izini sürmek için yine epeydir düşünüyordum; nasip  bu yazıyaymış.  Nur Risalelerinde ekseriyet olarak sıfat manaları tercih edilen “alçak” kelimesinin yer yer özelliklerinden de bahsedilmesi ve şeytanlığa varan derekelerinin olması acib doğrusu. Alçak şeytan ama öyle alçakcıklar var ki; insanın aklı, hayali dumura uğruyor açıkçası. Ek olarak alçak işler diye tabir edilen bir mevzu var ki; bu ilk yazımızın konusunu teşkil ediyor. Alçak; yani aşağı işlerden başlayalım; zira alçak işlerle meşguliyet, insan nazarında, “alçak işlerle meşgul olan zatında” bir bakıma alçak diye tabir edilen değersizleşmeye uğrayacağı düşüncesi hakim. Dolayısıyla bu meselede yaratıcı ile muha

Senin Bir Vesikan Var mı?

Bir gerçeğe tanıklık eden bilgiye, belge tabiri diğerle vesika denir. Vesika bir güç ve kuvvete intisabın işareti olarak tanımlanır. Ahirete olan seyahatinde de insan karşılaştığı alemlerden selametle geçebilmesi için bir vesikaya ihtiyacı vardır. Bununla birlikte insan, sırrı teklife muhatap olması cüzi ihtiyarisinin varlığı ile anlaşılır. Her insan kendi alemini yokladığında cüz'i ihtiyarisi ile tanışabilir ve dolayısıyla dağların emanetinden kaçındığı teklif sırrının sorumluluğunu tasdik edebilir. "Hem iman, o elinde pek cüz'î bir kesb bulunan cüz'î bir cüz'-i ihtiyarî yerine, o hadsiz düşman ve zulmetlere karşı, gayr-ı mütenahî bir kudrete istinad etmek ve hadsiz bir rahmete intisab etmek için o cüz'-i ihtiyarînin eline bir vesika veriyor.. belki de iman, o cüz'-i ihtiyarînin elinde bir vesika oluyor."1 Acz ve fakr yaralarına maruz kalan insan sınırsız bir kudrete ve nihayetsiz bir rahmete intisap ederek şifa bulur. Cüz

Kazancına Kazanç Katmak İsteyen Buyursun Gelsin!

Eski çağlarda kavimlerin helak olmasına sebep olan günahların yekünü, ahir zaman dediğimiz şu fitne asrında kamyon kamyon işleniyor. Dışarı adımını atan her mümin binler günahların saldırısına maruz kalıyor. Dışarı adımını atmanın adı bazen televizyonu açmak oluyor; bazen internette sörf yapmak oluyor; bazen bir ahbabınla sınırsız muhabbetler oluyor; bazen de hakiki anlamına bürünüp saadetine vesile olması gereken evinden dışarı çıkmak oluyor. Nihayet dışarısı içerisi bu düzlemde fark etmiyor. Ortalıkta dizginsiz dolaşan günahlar; çabuk yayılan bir hastalık gibi insanın aklına, ruhuna, kalbine kastediyor. O zaman gelmiş ki;  sabah evden imanla çıkan bir adam akşam evine imansız dönebiliyor! Bunca hengamenin içerisinde öyle bir barınak, öyle bir koruma kalkanı olacak ki;  insan,   iman ı adına ne varsa mukabele edebilsin; ihsan ı adına ne varsa izhar edebilsin ve dolayısıyla kendisini muhafaza etsin.  Buradan hareketle yaşadığımız zamanda takva ameli salihten önce

Modern Dünyanın Melabegahı

İnsanoğlu zaman ilerledikçe hıza menhus bir haz verip uzak yakın ilişkisini altüst ediyor. Kim derdi ki; uzak diyarlarda ki yakınlarımızla yanıbaşımızdaymış gibi konuşacağız ya da uzak mesafeler çeşitli ulaşım vasıtalarıyla yakınlaşacak... Evet, kim derdi de biz inanırdık. Uzak mesafeler yakınlaşıyor, iletişim artıyor ve bu yakınlaşmadan dolayı insanlık hiç olmadığı kadar yeni şeyler keşfediyor. Zamanı hızlı yaşayan bizler ne yazık ki yanıbaşımızdakilere uzaklardakiler kadar değer vermeyi çok görüyoruz. Uzaktakilerin kusurları, eksiklikleri uzak kaldığı; mükemmellikleri güzellikleri yakınlaştığı ve yakınlarımızda da bu hal makusen mütenasip bir hal aldığı için bize daha bir ırak kalıyor. Bunun en bariz örneklerini sosyal medyada yaşıyoruz. Suretperestlik, kafiyeperestlik, insanlara güzel görünme, emanetçisi olduğu en ufak bir değeri dahi iyi pazarlama gibi muazzam bir hal aldı medyanın sosyali. Boy boy fotoğraflar, edebiyatlı sözler, bugün ne yedikler, şu anda

Bir Kağıdın Cinayeti!

Kaldırımda kendi halinde yürüyen adamın başına  bir  kağıt düşer ve adamcağız oracıkta ölür.  Peki neden? Bahsi geçen bilmeceyi duyan her aklı selim şaşırır.  Bir  adamın başına düşen  bir  kağıt nasıl olurda ölümüne yol açmıştır. Bahsi geçen örnek çok uçlarda geziyor olabilir. Zihin uç örneklerden birşeyler devşirmeye bayılır misali yazımıza devam edelim. Salt akılcı  günümüz anlayışı bizi nasıl da sebeplere ram olmamızı öğretiyor. Yaşamamız ve ölmemiz için gerekli olan sebepler nasılda  bir  yaratıcının önüne geçebiliyor.  Hayatı ve ölümü veren  bir  Zat'ın izni dairesini unutmuşcasına sebeplere ilahlık pay etmemiz, herşeyi  bir  sebebe dayayan  Salt akılcı  bir  anlayışın dimağımıza açtığı yaralar olmasın sakın! Doğan çocuk, yağan yağmur, yazın sıcağında yeşil kalan yaprak, koca koca kayaları yararak yer altında ilerleyen incecik kökler; acaba sebeplerin kıymetinden mi, bahsi geçen nihayete muvaffak oluyorlar yoksa arkalarında olan büyük  bir  güce

Nurlu Siyah

Çocukları ihtiyarlatan bir günün arefesinde gurbet gurbet içinde bir diyarda,  karanlık karanlık içinde bir gecede; Volga Nehrinin hazin akıntısı, yağmurun rikkatli şıpıltısı ve rüzgarın firkatli esintisi Bediüzzaman'da yeni yeni eserler bırakacaktır. Bahsi geçen haleti ruhiye Bediüzzaman'a o zamana değin hiç olmadığı kadar insanlardan uzak kalmak ve ahiretine ciddi çalışmak kararını almasına vesile olacaktır. Aczini ve fakirliğini bu denli Rabbi Rahimin'e izhar etmesi rahmetin celbine vesile olacak ve hiç olabilir mi; diye Tarihçe-i Hayat 'ında hayretle okuduğumuz satırlar bir bir kudret eli ile icra edilecektir. Kara gecede kara karıncanın kara ayak seslerini duyan bir Zat karanlıklar içerisinde ona izharı acz eden Said'ini vazifesini hitama erdirmesi için adeta bu topraklara lutfedecektir.  Kararını icra edeceği zamanda etrafını saran  ciddi ve çok ahbab, İstanbul'un şaşaalı hayatı dünyeviyesi ve hadden geçen şan ve şerefin tevüccühü Bediü

İthal Hastalığı; Sosyal Deneyler

Milliyetimizin getirdiği bir özellik mi; yoksa bu toprakların gerektirdiği bir hal mi bilemiyorum? Herşeyin kolayını aramak, dışarıda varsa ithal etmek işte bu, nefsimde müşahede ettiğim, kahir ekseriyetinde böyle olduğuna inandığım bir varta. Belki yanılıyorumdur... Sadece durum tespiti yapma gayretindeyim. Ehli dünyasında da ehli diyanetinde de bu hastalığın belirtileri göze çarpıyor. Ne yazık ki! Bu konuda şimdiler de moda, sosyal deneyler. Ne olduğunu, nereden geldiğini araştırdığımızda sabıkan zikrettiklerimi tasdik eder mahiyette olduklarını, üzülerek müşahade ediyoruz. Yine hazır buluculuk, yine üretememenin, bizde de olsun halinin acı tezahürleri. Gençler arasında çok dillendiriliyor. Popüler olmanın herkes tarafından duyulmanın bir yolu olarak görülüyor, ekran müptelalarınca. Dindar ve ahlaklı olarak ekran önünde gördüğümüz gençler; sanki güzel ülkemin her tarafında bu gariplikler yaşanıyormuşta bir dur diyelim demiş gibiler. İstedikleri

Ölümden Ötelere Benim Cevabım

Bu dünyanın ahirinde bir hayatın olduğuna iman edilse de "akıl bu yolda gidemez!" sorunsalı, ümmetin imtihan serüveninde muhatap olduğu önemli bir evre. Bununla birlikte dine muarızların kendini kurtarmak hoyratlığında sarıldığı meselelerin başında ahirete iman geliyor. Kurumuş kemikleri kim diriltecek, derken elindeki kemikleri ufalayan Ebu Leheb'de de böyle, "din öldürülecektir" emrini alan Abdullah Cevdet'in inananları sarsmak için hazırladığı planın başında da böyle. Sonu hep bir hezeyan ama mücadele berdevam. Allah'ın, isimlerinin, peygamberlerinin, meleklerinin, kitaplarının varlığına şahit olan bütün deliller ahireti ispat eden milyarların arasında. Biri diğerini destekliyor. Demem o ki; Allah'a inanıyorsanız; zaten onun Hak, Adl, Hakim, Rahim vesair isimlerinin hepsi gerek birlikte gerek tek başına ahireti iktiza ediyor. Peygambere inanıyorsanız, kitaba inanıyorsanız, melaike ve kadere inanıyorsanız; zaten ahirete hazırla

Yoldaki Halimiz

Değer verdiğim, kıymetli, cesur, son derece faal bir ağabey ile birlikte nezih bir mekanda kahve içmeye karar vermiştik. Sonrada cennet bahçelerinin dünyadaki güzel misallerinden bir sohbet meclisine dahil olacaktık. Demem o ki; o gün gündem iman hakikatleri olacaktı. Kahvelerimizi yudumlarken geçmişten bahsediyor, yeri geldiğinde içinde bulunduğumuz çıkmazlara çareler üretmeye çalışıyorduk ama ne yazık ki; söz dönüp dolaşıp birilerinin hatalarında düğümleniyordu. Bahsi geçen hatalar, yanlışlıklar aslında bizim; yani iman hizmeti diye dava edenlerin ağızlarını düğümlemesi gerekirken aksine gevşetiyor ve tabiri pek mümkün olmayan nefsani hazlar veriyordu. Derken bıyıkları yeni yeni terleyen, bahsi geçen dost meclisinde diğerlerine nazaran hizmeti nakıs görünen kardeşimiz içimizde (meleki boyutumuzdan bahsediyorum) birikmiş olan isyanı dillendirdi. Açıkçası o ana kadar bende içimde oyalıyordum bu isyanı. Allah aşkına şu an yaptığımızın bize zarardan başka bir getirisi var

Yalan/cıdan Gelecek Hayır...

Öyle lafı kıvırmadan, kitabın ortasından söyleyelim müslüman yalan söylemez. Mana-i muhalifi ile düşünüp; o zaman yalan söyleyen müslüman değildir sonucuna varılır mı, bu boyutunu ehli kimseler karar versin. Bildiğimiz bir şey var ki; kizb yani yalan küfrün esası, nifakın alameti, yalancının Kudret-i Rabbaniyeye iftirası ve Rabbin hikmetlerinin zıttıdır. Biz, ben, sen müslüman olduğumuzu iddia ediyorsak yalandan uzak durmamız gerektiğini, sözüne güvenilir olmamız gerektiğini, emin olanın ümmetine yakışır bir şekilde hayat idame etmemiz gerektiğini bilmemiz gerekiyor. Bilmek yetmiyor tabi; zira bilenler helak oldu, ancak bildiğini yaşayanlar müstesna... Yalan ve doğruluk o kadar ayrı ki birbirinden küfür ve imanın turnusolu  kabul edilir. Alem çarşısı o kadar karmaşık bir yapıda ki; omuz omuza verdiğin hak dava edenlerin yalan söylemesi bahsi geçen karmaşıklığın birinci alameti olarak göze çarpıyor. " "Kişiye, yalan olarak, her duyduğunu anl

Vehim ve Hayal Bulutlarından Rahmet Beklenmez

Asrın Bedisi, avamın reçetesi olarak Münazarat’ı nazarlara sunduğu gibi havassı da ilaçsız bırakmamış ve onlara da bir tefsir mukaddemesi olarak Muhakemat’ı armağan etmiştir. Ta ki, ileride yapılacak ve yapılması icab eden kıymetli bir tefsire çıkacak merdivene birer basamak olsun. Sair âlimlerin ve hayra başlayan bizlerin yaptığı gibi besmele, hamdele ve salvale bu kıymetli eserin giriş cümleleri olarak yerini almıştır. Tefsir mukademesinin mukaddemesinde muhataplar nasıl karşılanıyor gelin hep beraber anlamaya çalışalım. Öyle bir Zat ki; bize İslamiyet’i, şeriatı ve yolların en müstakimini ulaştırmıştır.     O Zat, şeriatıyla akıl ve nakili el ele verdiriyor, hakikatleriyle itikadımızı sağlamlaştırıp kemalata kanatlandırıyor, iki cihan saadetini bize ayrıntıları ile kucak dolusu hediyeler ve tarifi imkansız mutluluklar ile müjdeliyor. O Zat, öyle bir kelam gönderiyor ki; kainat kitabında kader ve hikmet ile yazılı bütün mektupları ve ince dakik meseleleri izah etmekle ka

Fenlerin Zamanla İmtihanı

Alemde olgunlaşmaya, kemale doğru gitmek için bir arzunun var olduğunu bizzat müşahede ediyoruz. İnsan da alemin meyvesi ve programını içerisinde saklayan bir çekirdeği olması açısından onda da kemale ve terakkiye, olgunlaşma ve yükselmeye karşı bir arzu mevcuttur. Bahsi geçen arzular ise fikirlerin birbirlerine zaman denilen iple eklemlenmesi ile desteklenip kuvvet bulmaktadır. Bir diğer tabirle kemale ve terakkiye olan arzuların dayanak noktası fikirlerin birbirine katkı sağlamasıdır. Telahuku efkar olarak adlandırılan bu hadise iyi bir alt yapı ile âlemde yayılabilir. İyi bir altyapı telahuku efkarın yayılmasına sebep olduğu gibi fenlerin, ilimlerin zamanı geldiğinde uygun bir zemine adeta tohumun tarlaya ekilmesi gibi ektikten sonra tecrübeler vasıtası ile   büyümesine ve gelişmesine yardımcı olabilir.   Dolayısıyla; geçmişte teorik ve uygulanabilirliği söz konusu olmayan bir mesele, istikbalde net bir şekilde kaşımıza çıkmaktadır. İzah etmek gerekirse, coğrafya,   astron

Kuran Bir Bütündür

Ehli ilmin reçetesi ve bir tefsir mukaddemesi namında ki İslamiyet elmas kılıncına saykal vurmak için kaleme alınan Muhakemat adlı muhteşem eser üç bölümden müteşekkildir. Birinci bölümde; hakikatler nazarlara verilip adeta temeller ve kökler sağlamlaştırılırken, ikinci bölümde belagatin ince ve dakik ayrıntıları izah edilir. Üçüncü bölümde ise Kuran’ın ana esasları olan tevhit, peygamberlik, öldükten sonra tekrar yaratılma ve adalet mevzuları delilleri ile ispat edilirken derya içinde olduğunun farkında olmayanlara nispet edercesine uzak diyarlarda ki Japonların İslamiyet hakkında ki suallerine cevaplar sard edilir. Maksada ulaşmak adına giriş cümleleri mahiyetinde ki mukaddemelerden yardım istemek araştırmacı ve tahkik ehlinin adeta şiarıdır. İslam hakikatlerinin ne kadar yüksek olduğu malumunuz olması hasebiyle elbette o yüksek hakikatlere merdivenimizi dayayıp mukaddeme basamaklarından yukarı doğru tırmanmalıyız. Müzakere ettiğimiz Muhakemat eseri de bu yolu tercih etmişti