Ana içeriğe atla

Kazancına Kazanç Katmak İsteyen Buyursun Gelsin!

Eski çağlarda kavimlerin helak olmasına sebep olan günahların yekünü, ahir zaman dediğimiz şu fitne asrında kamyon kamyon işleniyor. Dışarı adımını atan her mümin binler günahların saldırısına maruz kalıyor.

Dışarı adımını atmanın adı bazen televizyonu açmak oluyor; bazen internette sörf yapmak oluyor; bazen bir ahbabınla sınırsız muhabbetler oluyor; bazen de hakiki anlamına bürünüp saadetine vesile olması gereken evinden dışarı çıkmak oluyor. Nihayet dışarısı içerisi bu düzlemde fark etmiyor.
Ortalıkta dizginsiz dolaşan günahlar; çabuk yayılan bir hastalık gibi insanın aklına, ruhuna, kalbine kastediyor.

O zaman gelmiş ki; sabah evden imanla çıkan bir adam akşam evine imansız dönebiliyor!

Bunca hengamenin içerisinde öyle bir barınak, öyle bir koruma kalkanı olacak ki; insan, imanı adına ne varsa mukabele edebilsin; ihsanı adına ne varsa izhar edebilsin ve dolayısıyla kendisini muhafaza etsin. 

Buradan hareketle yaşadığımız zamanda takva ameli salihten önce geliyor. Hatta takva bir nevi, ameli salihi de içerisinde barındırıyor. Keza; siz günahı niyet, kast ve içtinap ile başınızdan savsanız; binler ameli salih sevabını kazanmış oluyorsunuz. Fitne asrı diye isimlendirebileceğimiz bu zaman dilimi şöhretin, teveccühün ziyadeleşmesi ile niyetlere öyle bir tesir etmiş ki; yapılan iyilikleri riyadan, ikiyüzlülükten muhafaza etmek müşkülleşmiş. Dolayısıyla şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki; böyle bir zamanda ihlas ile ameli salih yapmak hakikaten çok zor. 

Def-i mefasit celbi nefa raci gelir hakikati gereği; önce bize zarar veren; aklmıza, ruhumuza, kalbimize kasteden; ahiretimizi tehlikeye atacak her bir halimizi yine aklımızdan, ruhumuzdan, kalbimizden kapı dışarı etmek mecburiyetindeyiz. 

Maddi fırtına zamanında korunaklı barınaklar tercih eden bizler; manevi fırtınalar zamanı olan bu asırda elbette iltica edeceğimiz mekanlara ihtiyacımız şiddetlendi. Namazını kılan, kulluk vecibelerini yerine getiren her bir mümin öyle bir muhafaza alanına girmesi gerekiyor ki; hem kendi istikametini muhafaza etsin hemde başkalarının kurtulmasını vesile olsun.

Asrı ahirin hali ortada! Öyle bir çıkmazın içindeyiz ki; her boy göstereni yol gösteren kabul edip bağrımızda saklıyoruz. Meğer boy gösterenler boğuluyormuşta  imdat diliyormuş!   

Hakiki yol gösterici, peygamber varisi olan Bediüzzaman bu tehlikeleri görmüş ve ona göre bir yol haritası çıkarmış. Bediüzzaman'ın manevi fırtınalardan muhafaza olunmak adına patentini aldığı, şirketi maneviye sırrı, hamdolsun bize imanla kabre girmenin kapısını ardına kadar açıyor.
Sevap cihetinden birbirinin imdadına koşan bu çare günah cihetinden, işleyen dışında kimseye günahın bulaşmasına sebep olmadığı gibi imanın mahalli olan kalbe tesir eden günahların kalpten temizlenmesine de yardımcı oluyor. Öyle bir sırrı taşıyor ki; birbirine günahsız ağızlardan edilen duaların makbuliyeti misali birbirini dünya gözü ile görmemiş müminler birbirlerinin necatlarına vesile oluyorlar.

Öyle bir dua ediliyor ki; aksi sedasını işitmemiş mekanlar bırakmıyor. Zamanın gereği olan kollektif çalışma, şahsı maneviler kurma, ebede müteveccih birliktelikler tesis etmek, saadet alemlerinden yankı buluyor ve o alemlerin kazanılmasına kuvvetli bir senet oluyor. 

Yorumlar

en çok okunanlar

Hatırlatmakta fayda var!

Mekânın, zamanın, boğazına kadar meşguliyetin, yetersizliğin, cehaletin vesair, bir çok sebebin neticesi; muhatap olduğumuz kardeşimize, abimize, bir tanıdığımıza meramımızı anlatamadan tartışmak, sinirlenmek, bağırıp çağırmak ve küsüp terk etmek oluyor. Bir mevzuyu izah etmek ve muhatabımızı ikna etmekten ziyade; üstün gelmek, mukalemede galip olmak arzusu bize hükmettiği için söylediklerimizi de tesirsizleştiriyor ve söyleyeceklerimizi de ya unutturuyor ya da daha sert üslûp cesedleri giydirerek işin içinden çıkılmaz bir hal aldırıyor. Oysa ne güzel söylemiş Asrın Bedisi; “Eğer bir meselenin münâzarasında kendi sözünün haklı çıktığına taraftar olup ve kendi haklı çıktığına sevinse ve hasmının haksız ve yanlış olduğuna memnun olsa, insafsızdır.” Hem zarar eder. Çünkü haklı çıktığı vakit, o münazarada bilmediği birşeyi öğrenmiyor. Belki gurur ihtimaliyle zarar edebilir. Eğer hak hasmının elinde çıksa, zararsız, bilmediği bir meseleyi öğrenip menfaattar olur, nefsin gururundan kurtulu...

Kuran Bir Bütündür

Ehli ilmin reçetesi ve bir tefsir mukaddemesi namında ki İslamiyet elmas kılıncına saykal vurmak için kaleme alınan Muhakemat adlı muhteşem eser üç bölümden müteşekkildir. Birinci bölümde; hakikatler nazarlara verilip adeta temeller ve kökler sağlamlaştırılırken, ikinci bölümde belagatin ince ve dakik ayrıntıları izah edilir. Üçüncü bölümde ise Kuran’ın ana esasları olan tevhit, peygamberlik, öldükten sonra tekrar yaratılma ve adalet mevzuları delilleri ile ispat edilirken derya içinde olduğunun farkında olmayanlara nispet edercesine uzak diyarlarda ki Japonların İslamiyet hakkında ki suallerine cevaplar sard edilir. Maksada ulaşmak adına giriş cümleleri mahiyetinde ki mukaddemelerden yardım istemek araştırmacı ve tahkik ehlinin adeta şiarıdır. İslam hakikatlerinin ne kadar yüksek olduğu malumunuz olması hasebiyle elbette o yüksek hakikatlere merdivenimizi dayayıp mukaddeme basamaklarından yukarı doğru tırmanmalıyız. Müzakere ettiğimiz Muhakemat eseri de bu yolu tercih etmişti...

Bırak Şu Ezikliği, Silkelen ve Kendine Gel!

Arza ait olanlar arızi, fani, kirlenmeye ve kullanılmaya müsait oluyor. Bilakis semavi olanlar berrak ve ebede ait olup; kışrına değil özüne kalanlardır. Siyahın beyazla, ateşin suyla, şirkin ehad ile çarpıştığı bu imtihan meydanında arzi ve semavilerin şiddetli muharebeleri huzura varanların duyabileceği gürültüde cereyan ediyor. Göz boyayan, zahiri mutandan içi kof ehli dünyanın yalancı cennet ameleleri semaya ait olanların arzi yönlerini nazara verirken; arzi olanların hakikatte hiç olmamış semavi özelliklerini şatafatlı pazarlarında bağıra bağıra ikram ediyorlar. Ehli diyanet ne yapıyor diyorsanız! Onlarda kandıranların kanını taşıyormuşcasına semavi, kudsi peygamberlerinin, ne hikmetse, hep dünyaya ait özelliklerini anlatıyorlar. Öyleya; böyle anlatırsak daha çok insan sözümüzü dinler. Öyleya; böyle anlatırsak adımız daha çok anılır. Öyleya; şöhret öyle bir girdapki beni benden alıyor doğrusu. İki yanında semavat ordularının iki komutanını taşıyan bir peygamb...