Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Ağustos, 2017 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

EZELÎ KELÂM’IN EMRETTİĞİ KÖPRÜ

Said Nursî, Harbi Umumî’nin neticesinde düştüğü esaretten dönüşte, İstanbul’da Eski Said’den Yeni Said’e inkılâbının çalkantıları içerisinde iken; mühim bir rü’yâ görür. Söz konusu rü’yâda asrın sahibi olarak diğer asırların temsilcilerine İslâm’ın mukadderatı hakkında-dinleyenlerinde tasdik emareleri gösterdiği-izahatlarda bulunur.  Ümitvardır, her zaman olduğu gibi. İslâm galip gelecektir, Allah nurunu tamamlayacaktır nassı gereği… Neticesi hayrıdır, bu zahiri şer görünenin. Kaybettiklerimiz zekât, cepheden cepheye koşturmamız namaz, aç kalmalarımız oruç hükmüne geçecektir bu beliğ ve mukni’ izahatın içerisinde zikredildiği üzere. Hüda hevaya galip gelecektir. Zira; hayat düsturu mücadele ve neticesi çekişme olan batı medeniyeti; mücadele, çarpışma yerine yardımlaşmayı esas alan ve neticede dayanışma ve birliğe vesile olan hakikî medeniyete mağlup olmaya mahkûmdur adeta.1 Toplumu kabaca iki kısma ayırdığımızda toplum tabakaları havâss ve avam veyahut zenginler ve fakirler olar

YAKINLIĞIN BEKLENEN İMTİHANI

Dünyaya ilk gönderildiği andan itibaren insanoğlunun uzak diyarlara ulaşmaya çalıştığını, insanlık tarihine baktığımızda bizzat müşahade edebiliyoruz. Bahsi geçen uzak diyarlar maddeyi kapsadığı gibi mânâ âlemlerine ulaşmayı da içine almaktadır. Adeta mekânda uzaklık ne kadar ziyade ise insanın oraya yaklaşma iştiyakı da o şiddette artmaktadır. Bir bakıma uzaklık onu cezb ediyor.  Oralarda bir şeyler bulma taharrisiyle beraber aslında insan; mükemmeli, en güzeli, daha üstünü, daha kuvvetlisini, başka mânâ ile kendisine istinat ve istimdat noktaları olabilecek bir şeyler bulmaya çalışmaktadır. Diğer bir ifade ile insan uzaklığa olan iştiyakıyla beraber kendi omuzlarında taşıdığı iki yaranın merhemini, tiryakını, ilacını aramaktadır. “Ve o iki yara ise; birisi, müz’ic ve hadsiz bir acz-i beşerî, diğeri elîm, nihayetsiz bir fakr-ı insanîdir.”1 İnsan görmediği ama aklının, hislerinin ve sair cihazatlarının ihtarları gereği uzaklarda ondan bir şeyler olduğunu ve hastalıklarına çare ola

KPSS (Kalbin Pasını Silme Sınavları)

Güzel ülkemdeki taze bahar çiçeklerini izlemenin vaktiyken mayıs ayı, çiçeği burnunda mezunların çileli KPSS yolculuğunun ilk durağı oluverdi birdenbire. Milyonlarca adayın zihnini meşgul eden bu sınav, hiç kuşkusuz ülke gündeminde de yer alacak bir süreliğine. Aslında sınavların bizi meşgul etmediği bir dönem yok gibi hayatımıza. İlk önemli sınavımız liselere giriş, sonra hemen ardından üniversite sınavı. Tam bitti derken bu sefer de devlet memurluğu sınavları dikilir karşımıza. Eh biraz da akademik kariyer yapmak istiyorsak varın siz düşünün başınıza gelecekleri; sınavların ardı arkası kesilmez! İnanmışız çünkü her bir sınavın bizi bir kademe üste çıkaracağına. Ve sonuna kadar haklıyız bu inancımızda. Her bir sınav bizim kademe atlamamıza vesile olur. Rahman’a giden yolda terakki etmek için koşarız sınavdan sınava, anlasak da anlamasak da… Her sınavın içeriği, zorluğu, uygulandığı eğitim seviyesi ve sonunda ulaşılan konum birbirinden farklı olur. Bir konu listesi olsa da

BİR SONRAKİ DURAK

Gençlik; bakmanın, duymanın, dokunmanın, koklamanın, tatmanın ziyadesiyle lezzet verdiği bir zaman dilimidir. Berzahtan ahirete uzanan beşer yolculuğunda çocukluktan sonra, yetişkinlikten önce gelecek olan, tadanın ‘bir kez daha’ dediği, henüz tadamayanın da merakla beklediği durağın bir diğer adıdır gençlik.  Akıldan ziyade hisse baktığı söylenir ve hazır lezzetlere dayanamadığı da. En doğrusunu yaşayan bilir haddi zatında. Mün’im-i Hakiki’nin beşere hediye ettiği nimetler sayılsa; gençlik elbette ilk akla gelenlerden olacaktır. Nimet şükür görmezse zevâle mahkûm olacağından hareketle, gençlik nimeti de iffetle hayrata, istikamet dairesinde harcanmadığı takdirde tadına bakanı ebedî karın ağrılarına mahkûm edeceği ve arta kalan ömründe ‘ah-u vah’larla yâd ettirecek bir azap vesilesi olacağı açıktır. Zaman ipine takılı olan gencin, gençliğini adeta ceket değiştirir gibi tebdil edeceği hakikat -ecel acilen gelmezse eğer- elbette ihtiyarlıktır. Gençliğin psikolojik, sosyolojik, pedog

Yoksa Siz Öfkelendirebildiklerimizden misiniz?

Sözler etkisiz kalmıştır ardımızdan, sonu hep üzüntü, hüsrân ve adımız olmuş öfke, bilememişiz... Öfke âlem-i beşeriyet arasına nifâk ve şikak tohumlarının ekilmesine, itilâfların, tefrikaların tezayüd etmesine, uhuvvet ve muhabbetin bozulmasına sebep olan çok müthiş bir zehirdir. Öfkelenen insanın öfkelenme esnasında aklî dengesi -o hâletten kurtulana kadar- bozulur ve kısmi bir meczupluk oluşur. En nihayetinde bu durum kişinin öncelikle kendisine sonra da çevresine çok büyük zararlar verecektir. Öfkelenmek bir yana bir de öfkelendirmek gibi bir tehlike de var. Öfkelendirmeye sebep olmak da bir vebâldir. Nihayet ortada müthiş bir öfke alevi tutuşur. Tutabilene aşk olsun. Öfke kontrolsüz davranmaktır. Ne yaptığını bilmez, divâne misali bir hâlettir. Kişi o durumdayken kendini kontrol edemez. Çok ciddi hasarete sebebiyet verebilir. 'Öfkeyle kalkan; zararla oturur.' darb-ı meseli tam da bu noktaya parmak bastığını söylemekte bir beis olmasa gerek. Öfkenin insana zar