Ana içeriğe atla

Kim Kazanacak!


Dünya hızlı bir maratonun son metrelerinde gibi hareket ediyor. İnsanlık bu hengâmede ya İslamiyet’e koşuyor ya da kıyamete. Son demde yaşananlar; nezafeti öncelemeler, birbirinin halinden anlamalar, yaptığı yanlışlardan dolayı üzgün olduğunu ifade etmeler yaşanılan hadiselerden ders alınıyor oluşunun tezahürü elbette.

Öyle herkesin bu hesaplaşmaya gireceğini elbette kimse beklemiyor; zira biz biliyoruz ki, toplumun yüzde sekseni ehli tahkik değil. Değil ama tahkik olmayanların önemli bir zaafı var, onlara vicdanlarından tevarüs eden. 
Ehli tahkik olan, olayları doğru ve istikametli analiz edenlerin peşinden gitme gayreti.

Bu gayret özellikle bu zamanda umut vadediyor. İstikbalde en yüksek gür seda İslamiyet’in olacak sözü tahakkuk ediyor dersek hiçte yanılmış olmayız.

Elbette uzaklarda bir yerlerde birileri menhus ruhunu yaymak için çeşitli planlar çeviriyor ama tuzak kuranların en hayırlısı Rabbi Rahim itikadı içinde olanlar; kâinatı velveleye veren hadisatlarda nasıl sarsılmıyor, nasıl telaşa kapılmıyor, nasıl umutlu; inanın bu satırlar, o halleri anlatacak kabiliyette değil.

İnsanlığımızdan utanacağımız halleri, hususan son asırda, fazlası ile yaşadık geçmiş dönemlerde. Özellikle hamasi nutuk atanlar, yalan üstüne yalan siyaseti güdenler, suyu bilerek dalgalandıranlar, sadece güçlü oldukları için (bu terkibin altını çiziyorum)  hep haklı göründüler hadisata puslu bakan veya bir gözü kör olan gözlere.

Süslü ve dalgalı havalarda avını kolay yakalayacağını bilenler; artık yenidünya düzenine hazır olmadıkları için hep bir kontrpiyede kalıyorlar. Kendi istedikleri tepkileri alamayınca beklemediği yerden soru ile muhatap olan öğrenci gibi saçmalıyor, saçmaladıkça kalitesi ortaya saçılıyor. İnanmayanlar evvelen kendi memleketine daha sonra insani yönetimden uzak modern kabile ülkelerine göz gezdirsinler. Ne mutlu ki; büyük bir inkılap olacak muştusundan haberdar olarak bu inkılabın içerisinde yaşıyoruz!
Sürecin tam olarak farkında olmamamızın nedeni; tarihi mekân ve zaman düzleminde bağlamından kopararak yorumlamamız.

Zulüm adalet denkleminde bu kâinatı dalgalandıran hadisatlar karşısında nasıl davranılması gerektiğini İslam Âlemi özelinde insanlığa bir öğreti olarak Bediüzzaman sundu. Düşmanları ne kadar zulüm ederse etsin; o zulme karşı hep hakkını itidali demle, tesanütünü muhafaza ile karşılık vermesini bildi. Seyda bu dinsizlere karşılık vermeliyiz, diyen Kör Hüseyin Paşa’da da böyleydi; son dersinde de böyle.
Hiç şüphesiz onun yolundan gidenlerde de böyle olacak!

Bilenler bilir, bu topraklarda kaba kuvvet hep mazlumları ezdi ve eziyor. Yeni bir dünya düzeni kuruluyor bu düzenin en büyük kaynağı İslami temeller olacağı açık. Gayri Müslimler ismine İslamiyet dese de demese de bu böyle. Adaleti önceleyen, nezafeti önceleyen, mazlumu önceleyen bir toplum yapısı ekseriyeti saadete getiren İslamiyet’ten başka bir dine benziyor mu sizce?

Yorumlar

en çok okunanlar

Hatırlatmakta fayda var!

Mekânın, zamanın, boğazına kadar meşguliyetin, yetersizliğin, cehaletin vesair, bir çok sebebin neticesi; muhatap olduğumuz kardeşimize, abimize, bir tanıdığımıza meramımızı anlatamadan tartışmak, sinirlenmek, bağırıp çağırmak ve küsüp terk etmek oluyor. Bir mevzuyu izah etmek ve muhatabımızı ikna etmekten ziyade; üstün gelmek, mukalemede galip olmak arzusu bize hükmettiği için söylediklerimizi de tesirsizleştiriyor ve söyleyeceklerimizi de ya unutturuyor ya da daha sert üslûp cesedleri giydirerek işin içinden çıkılmaz bir hal aldırıyor. Oysa ne güzel söylemiş Asrın Bedisi; “Eğer bir meselenin münâzarasında kendi sözünün haklı çıktığına taraftar olup ve kendi haklı çıktığına sevinse ve hasmının haksız ve yanlış olduğuna memnun olsa, insafsızdır.” Hem zarar eder. Çünkü haklı çıktığı vakit, o münazarada bilmediği birşeyi öğrenmiyor. Belki gurur ihtimaliyle zarar edebilir. Eğer hak hasmının elinde çıksa, zararsız, bilmediği bir meseleyi öğrenip menfaattar olur, nefsin gururundan kurtulu...

Kuran Bir Bütündür

Ehli ilmin reçetesi ve bir tefsir mukaddemesi namında ki İslamiyet elmas kılıncına saykal vurmak için kaleme alınan Muhakemat adlı muhteşem eser üç bölümden müteşekkildir. Birinci bölümde; hakikatler nazarlara verilip adeta temeller ve kökler sağlamlaştırılırken, ikinci bölümde belagatin ince ve dakik ayrıntıları izah edilir. Üçüncü bölümde ise Kuran’ın ana esasları olan tevhit, peygamberlik, öldükten sonra tekrar yaratılma ve adalet mevzuları delilleri ile ispat edilirken derya içinde olduğunun farkında olmayanlara nispet edercesine uzak diyarlarda ki Japonların İslamiyet hakkında ki suallerine cevaplar sard edilir. Maksada ulaşmak adına giriş cümleleri mahiyetinde ki mukaddemelerden yardım istemek araştırmacı ve tahkik ehlinin adeta şiarıdır. İslam hakikatlerinin ne kadar yüksek olduğu malumunuz olması hasebiyle elbette o yüksek hakikatlere merdivenimizi dayayıp mukaddeme basamaklarından yukarı doğru tırmanmalıyız. Müzakere ettiğimiz Muhakemat eseri de bu yolu tercih etmişti...

Bırak Şu Ezikliği, Silkelen ve Kendine Gel!

Arza ait olanlar arızi, fani, kirlenmeye ve kullanılmaya müsait oluyor. Bilakis semavi olanlar berrak ve ebede ait olup; kışrına değil özüne kalanlardır. Siyahın beyazla, ateşin suyla, şirkin ehad ile çarpıştığı bu imtihan meydanında arzi ve semavilerin şiddetli muharebeleri huzura varanların duyabileceği gürültüde cereyan ediyor. Göz boyayan, zahiri mutandan içi kof ehli dünyanın yalancı cennet ameleleri semaya ait olanların arzi yönlerini nazara verirken; arzi olanların hakikatte hiç olmamış semavi özelliklerini şatafatlı pazarlarında bağıra bağıra ikram ediyorlar. Ehli diyanet ne yapıyor diyorsanız! Onlarda kandıranların kanını taşıyormuşcasına semavi, kudsi peygamberlerinin, ne hikmetse, hep dünyaya ait özelliklerini anlatıyorlar. Öyleya; böyle anlatırsak daha çok insan sözümüzü dinler. Öyleya; böyle anlatırsak adımız daha çok anılır. Öyleya; şöhret öyle bir girdapki beni benden alıyor doğrusu. İki yanında semavat ordularının iki komutanını taşıyan bir peygamb...