Ana içeriğe atla

Musibetin iki kefesi: Maddî-mânevî

Dünya, yaşadığı maddî-mânevî bir inkılâbın ayak seslerini bütün misafirlerinin anlayacağı dilden haykırıyor. Bahsi geçen haykırmanın dili bazen depremce, bazen yangınca, bazen virüsçe bazen vesaire…

Elbette inkılâbın sebebi, maddî boyutta yeryüzünde tasarrufa yetkili insanoğlunun bulaşık elinin tesiri oluyor. Küresel ısınmanın zeminini hazırlayan; sera gazının fütursuzca salınımı, betonlaşmanın haddinden fazla ve plansızca dağılımı, dere yatakları ve göllerin yeri geldiğinde denizlerin bile hoyratça doldurulması, şehirlerin aşırı ısınması sonucu kar yağışlarının engellenmesi, deprem riski bulunan yerlerde yapılaşma ve bunlarla beraber insanlığın bıraktığı kirli atıklar insan elinin ne kadar kirlendiğinin göstergeleri. Eğer harıl harıl eli kanlı birilerini arıyorsa insan, evvela kendi ellerine baksa ve bir an önce suçunu kabul edip kendisine çeki düzen verse, illaki bu kötü gidişin bir çözümü bulunacak.

Aslında yeryüzü özelinde kâinat muazzam bir düzen ve sistemin ürünü. Basit bir örnekle açıklamak gerekirse; arıların varlığının bitkilerin varlığına ve dolayısıyla insanoğlunun yaşamasına olan hayatî etkileri… Kelâm ilminde bu etkiye “teavün” deniliyor. Tabir-i diğerle yardımlaşma. Yani yeryüzündeki bütün canlılar diğer türlerin varlığına veya varlığının bir şekilde idamesine etkin birer sebep oluyorlar. Dolayısıyla birbirini tanımak noktasında cahil olan varlıkların, birbirlerine olan hayatî derecedeki katkılarının bu derece muazzam olmasına -düzenin sahibine atfen- biz Allah diyoruz, bazıları tanrı, bazıları üst akıl ve hâkezâ… Gelelim son halka olan insana ki; onun bu zincirdeki rolünün tamirden çok tahribe dönüşmesi bu yazının da konusunu teşkil eden maddî-mânevî musibetlerin kapılarını ardına kadar aralıyor.

Bizler bitkilerin yaşam alanlarını betonlarla doldurduğumuzda sellere, fırtınalara, erozyonlara ve benzerlerine muhatap oluyor ve sonra, “Neden böyle oldu?” diye oturup ağlıyoruz. Depremler, aslında rahmet hazinesinin bizler için yeryüzünün bağrında sakladığı kaynaklarına açılan birer kapı mesabesinde; lâkin biz onun bangır bangır bağırdığı, “Ben burada olacağım” diye işaretler koyduğu fay hatlarına koca koca binalarımızı dikip, adeta bile bile lades oluyoruz. Dolayısıyla insan, kendi tuzağına kendi düşen avcının hamâkatini omuzlarında taşıyor. Bununla birlikte sürüklediği hemcinslerini harcamaktan da pek ar etmiyor.

Çözüm olarak; yeryüzünde yalnız olmadığımızı, kendi yaşam alanlarımızı kurarken komşularımız olan diğer varlıkların da yaşam alanlarını göz ardı etmeden bir planlama içerisinde olmayı bilmemiz gerekiyor. Teavün prensibi gereği insan, eğer diğer varlıklara olan yardımını keserse bilmeli ki, oluşturacağı etki kendisine kadar ulaşıp büyük zararlar verecek ve veriyor.

İnsan bir yolcudur. Bu dünya hayatı, yolcular, rehberlerini dinleyip oların direktifleri ile hareket ettiği takdirde yaşanılabilir olarak devam edecektir. İnsan yolcu olduğu kadar cahil de olduğu için, ne kadar ilmen terakkî etse de bir tarafı hep eksik kalıyor. Eksik kaldıklarını ve doğru bildiği yanlışları da düzeltecek olanlar; yeryüzü yolcularının rehberleri olan peygamberler olacak ve onların en ilerisi olarak kabul ettiğimiz, insanlığın bütün kemâlât ve güzelliklerini üzerinde taşıyan Resul-ü Ekrem Aleyhissalatü Vesselam olacak. Onun (asm) tavsiyeleri bu yazıya sığmayacak kadar kıymetli, detaylı ve ziyade olduğu için bahsi geçen prensipleri Sünnet-i Seniyye Risalesi başta olmak üzere Hadis ve Sünnet kitaplarına havale edelim.

Musibetin maddî kefesi ile beraber elbette mânevî boyutu göz ardı edilmemeli. Nitekim insan dil, ten, kulak, göz ve burun gibi maddî cihazları ile beraber kalp, ruh ve sair latifeleri ile mânevî alemlerle olan irtibatını devam ettiriyor. İnsanın dünyası da, bahsi geçen duyguları ile istifade ve istifaza ettiği geniş bir mezra. Dünya’nın ve kâinatın da bir sahibi var. Dolayısıyla, mülk sahibi mülkünde istediği gibi tasarruf edebilir. Dünya, Rabb-i Rahim’in nadide bir mülkü ve onun üzerinde çeşitli tasarruflarda bulunuyor, zira imtihan henüz neticelenmedi ve insan kendi maddî kusurları perdesinde Rabb-i Rahim’in tasarrufunda bir imtihana muhatap. Bahsi geçen muhatabiyetin neticesi olarak, şikâyet ve sabır ikileminde kendisini doğru konumlandırmalı.

İnsanın musibetlere üç cihetten dolayı şikâyet etmemesi icab ediyor: Birincisi; az öncede ifade ettiğimiz gibi “Mülk sahibi mülkünde istediği gibi tasarruf eder”1 hakikatince; Allah, pek çok isimlerinin gereği olarak, kulunu hâlden hâle sokup terbiye eder. Rezzak ismi ‘açlığı’, Şâfi ismi ‘hastalığı’ gerektirdiği2 gibi Kahhar, Cebbar gibi isimlerinin iktizası olan birtakım hâller de olacaktır.

İkinci olarak; “Hayat musibetlerle, hastalıklarla tasaffi eder, kemâl bulur, kuvvet bulur, terakkî eder, netice verir, tekemmül eder, vazife-i hayatiyeyi yapar.”3

Üçüncü olarak; “En ziyade belâ ve musibetlere maruz kalanlar peygamberlerdir. Sonra evliyalar, sonra da derecelerine göre Allah’ın diğer salih kullarıdır.”4

Bu üç hakikat gereği insan musibetlere her daim hazırlıklı olması gerektiğini bilmeli. Zira dünya durmuyor ve üzerindekilerle beraber çeşitli tecellîlere muhatap oluyor.

Tam burada iki konuyu beraber düşünmemiz gerektiği ihtarı veriliyor. İnsanlığa lâzım olan bakış açısı ki, kelâmda buna “nazar” deniliyor. Var olan musibetlere maddî-mânevî bakış açıları geliştirerek bakmamız, ona göre tavır almamız gerekiyor. Maddî hatalarımız deprem, sel, yangın, virüs gibi musibetlerin başımıza gelmesine sebep olurken, bu durumların mânevî temizliğimize birer araç olduğunu bilmemiz gerekiyor. Zira ibadet müspet ve menfi olarak ikiye ayrılıyor. Bahsi geçen musibetler bizim menfi ibadetlerimizin vaktinin geldiğini ihtar ediyor. Bizlere verilen sabır kuvvetimizin üçten birini de yani ibadetler ve günahlar karşısında harcadığımız sabrın arta kalanını da bu gibi musibetlere harcamamız gerektiğini bilmemiz gerekiyor.

Dolayısıyla maddî tedbirler alındıktan sonra başa ne gelirse gelsin sabır ve kazaya rıza ile hareket etmemiz icab ediyor.

http://www.gencyorumdergisi.com/2020/04/musibetin-iki-kefesi-maddi-manevi/

Bu yazı Gençyorum Dergisi 2020 Nisan sayısında yayınlanmıştır.

Dipnotlar:
1) Lem’alar, (Arabî kaidenin meali), Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 2018, s. 23
2) age. 23
3) age. 23
4) Lem’alar, (Hadis Meali), Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 2018, s. 336

Yorumlar

en çok okunanlar

Hatırlatmakta fayda var!

Mekânın, zamanın, boğazına kadar meşguliyetin, yetersizliğin, cehaletin vesair, bir çok sebebin neticesi; muhatap olduğumuz kardeşimize, abimize, bir tanıdığımıza meramımızı anlatamadan tartışmak, sinirlenmek, bağırıp çağırmak ve küsüp terk etmek oluyor. Bir mevzuyu izah etmek ve muhatabımızı ikna etmekten ziyade; üstün gelmek, mukalemede galip olmak arzusu bize hükmettiği için söylediklerimizi de tesirsizleştiriyor ve söyleyeceklerimizi de ya unutturuyor ya da daha sert üslûp cesedleri giydirerek işin içinden çıkılmaz bir hal aldırıyor. Oysa ne güzel söylemiş Asrın Bedisi; “Eğer bir meselenin münâzarasında kendi sözünün haklı çıktığına taraftar olup ve kendi haklı çıktığına sevinse ve hasmının haksız ve yanlış olduğuna memnun olsa, insafsızdır.” Hem zarar eder. Çünkü haklı çıktığı vakit, o münazarada bilmediği birşeyi öğrenmiyor. Belki gurur ihtimaliyle zarar edebilir. Eğer hak hasmının elinde çıksa, zararsız, bilmediği bir meseleyi öğrenip menfaattar olur, nefsin gururundan kurtulu...

Kuran Bir Bütündür

Ehli ilmin reçetesi ve bir tefsir mukaddemesi namında ki İslamiyet elmas kılıncına saykal vurmak için kaleme alınan Muhakemat adlı muhteşem eser üç bölümden müteşekkildir. Birinci bölümde; hakikatler nazarlara verilip adeta temeller ve kökler sağlamlaştırılırken, ikinci bölümde belagatin ince ve dakik ayrıntıları izah edilir. Üçüncü bölümde ise Kuran’ın ana esasları olan tevhit, peygamberlik, öldükten sonra tekrar yaratılma ve adalet mevzuları delilleri ile ispat edilirken derya içinde olduğunun farkında olmayanlara nispet edercesine uzak diyarlarda ki Japonların İslamiyet hakkında ki suallerine cevaplar sard edilir. Maksada ulaşmak adına giriş cümleleri mahiyetinde ki mukaddemelerden yardım istemek araştırmacı ve tahkik ehlinin adeta şiarıdır. İslam hakikatlerinin ne kadar yüksek olduğu malumunuz olması hasebiyle elbette o yüksek hakikatlere merdivenimizi dayayıp mukaddeme basamaklarından yukarı doğru tırmanmalıyız. Müzakere ettiğimiz Muhakemat eseri de bu yolu tercih etmişti...

Bırak Şu Ezikliği, Silkelen ve Kendine Gel!

Arza ait olanlar arızi, fani, kirlenmeye ve kullanılmaya müsait oluyor. Bilakis semavi olanlar berrak ve ebede ait olup; kışrına değil özüne kalanlardır. Siyahın beyazla, ateşin suyla, şirkin ehad ile çarpıştığı bu imtihan meydanında arzi ve semavilerin şiddetli muharebeleri huzura varanların duyabileceği gürültüde cereyan ediyor. Göz boyayan, zahiri mutandan içi kof ehli dünyanın yalancı cennet ameleleri semaya ait olanların arzi yönlerini nazara verirken; arzi olanların hakikatte hiç olmamış semavi özelliklerini şatafatlı pazarlarında bağıra bağıra ikram ediyorlar. Ehli diyanet ne yapıyor diyorsanız! Onlarda kandıranların kanını taşıyormuşcasına semavi, kudsi peygamberlerinin, ne hikmetse, hep dünyaya ait özelliklerini anlatıyorlar. Öyleya; böyle anlatırsak daha çok insan sözümüzü dinler. Öyleya; böyle anlatırsak adımız daha çok anılır. Öyleya; şöhret öyle bir girdapki beni benden alıyor doğrusu. İki yanında semavat ordularının iki komutanını taşıyan bir peygamb...