Ana içeriğe atla

Vehim ve Hayal Bulutlarından Rahmet Beklenmez


Asrın Bedisi, avamın reçetesi olarak Münazarat’ı nazarlara sunduğu gibi havassı da ilaçsız bırakmamış ve onlara da bir tefsir mukaddemesi olarak Muhakemat’ı armağan etmiştir. Ta ki, ileride yapılacak ve yapılması icab eden kıymetli bir tefsire çıkacak merdivene birer basamak olsun.

Sair âlimlerin ve hayra başlayan bizlerin yaptığı gibi besmele, hamdele ve salvale bu kıymetli eserin giriş cümleleri olarak yerini almıştır. Tefsir mukademesinin mukaddemesinde muhataplar nasıl karşılanıyor gelin hep beraber anlamaya çalışalım.

Öyle bir Zat ki; bize İslamiyet’i, şeriatı ve yolların en müstakimini ulaştırmıştır.   O Zat, şeriatıyla akıl ve nakili el ele verdiriyor, hakikatleriyle itikadımızı sağlamlaştırıp kemalata kanatlandırıyor, iki cihan saadetini bize ayrıntıları ile kucak dolusu hediyeler ve tarifi imkansız mutluluklar ile müjdeliyor.

O Zat, öyle bir kelam gönderiyor ki; kainat kitabında kader ve hikmet ile yazılı bütün mektupları ve ince dakik meseleleri izah etmekle kalmıyor, insanoğlunun düzenine, dengesine ve terakkisine de vesile oluyor.

O Zat, öyle bir peygamber gönderiyor ki; ona nihayetsiz salavatlar hediye olsun. Bütün alem onun peygamberliğini, mucizelerini ve getirdiği ali malların kıymetini tasdik ediyor. Peygamberimizin gelişini her bir canlı kendine mahsus lisanı ile alkışladığı gibi bütün alem adeta bir müzik aleti gibi farklı farklı telleri ile onun mucizelerinin nağmelerini kulaklara dinletiyor. Miraçta melekler velayetine, ayın ikiye bölünmesinde beşer risaletine şahitlik ettiği gibi zamanı mazide peygamberler, suhuflar ve kahinler işaretleri ile onun geleceğini müjdeliyorlar.

Asrı sadetinde yaşanan büyük inkılapla bedevilikten medeniyete terakki eden ashabı onun peygamberliğini kör gözlere de ispat ediyor. İstikbade yaşanan hadiseler ve fenlerde ki gelişme onun gayb aşina gözünü ve hikmetli sözlerini tasdik ediyorlar. Kendisi (S.A.V) bizzat peygamberliğine delil olduğu gibi en büyük mucizesi olan Kuran da onun risaletini mağara misal ağızlarda belagati ile yankılandırıyor.

Böyle hakikatlere sahip olan İslamiyet milliyetinin geri kalmasından feryad eden Bediüzzaman çözüm yollarını da nazara sunuyor. Bizler İslamiyet’in özüne değil kışrına takılıp aldandık. Anlayışsızlık ve edepsizlikle İslamiyet’in hakkını eda edemedik. Ne yazık ki İslamiyet de bizden nefret ederek vehim ve hayallerin bulutları ile sarılıp tesettür etti. Usulu israiliyata, akaidi hikayelere, hakikati mecazlara karıştırarak bu dünyada ki tedennimize kesbi istihkak ettik.
Böyle bir haldeyken ne yapmamız gerekiyor?

Derhal İslamiyet’ten özür dileyip ona ve onun hakkatlerine olan biatımızı yenilememiz gerekmektedir. Hak incelse de kopmaz, mucibince toprak altında gizlenen hakikatler münbit zemin bulduğunda inkişaf edeceğini bildiğimiz için ümitvarız; hak galip gelecek ve İslamiyet güneşi tulu ettiğinde hayalat ve safsata ve israiliyat küsufa yüz tutacaktır.

Ecenebilerde ki taklit, cehalet, taassup ve din adamlarının önderliği, bizde ki çeşit çeşit baskılar, ahlaksızlıklar, halimizin perişanlığı, ümitsizlik İslamiyet güneşinin küsufuna sebep olmuştur. Bu küsufun en büyük sebebi de İslamiyet ve fünun arasında hayalatımız ile zannetiğimiz çatışma ve zıtlıktır.

Hakikati araştırma meyli, insaniyete olan sevgi ve insaflı olmayı esas alan hakiki maarif ve fünun bahsi geçen -İslamiyet hakikatinin görünmesine engel olan- manileri paramparça edecektir.
Köle efendisine, hizmetkâr reisine, oğul babasına düşman olamadığı gibi fünun elbette İslamiyet’e muarız olamaz. İslamiyet’in zahirine takılan nazarlar, fennin gelişmesi ile elbette yeis ve vehimlere takılarak elbette ürkeceklerdir. Bu onların hayal ve vehimlerinin neticesidir. Dünyanın yuvarlak oluşu gibi bedihi meseleleri bile kabul edemeyen bu zahire aldananlar kibirleri ile bu vahim neticeyi verdiler.

Bediüzzzaman’ın elmas kılıca bezettiği İslamiyet’e saykal vurmayı amaçlarken yapmak istediği ehli ifrat  ve sadık ahmak mesabesinde ki ehli tefriti Muhakematın devamında ki hakikatlerle tokatlayarak müstakim ehlini ve İslam muhakkiklerinin yolunu açmaktır.

Ezcümle; mukademenin mukaddemesi bir sual ve bir cevapla nihayet bulur. Tecrübe ve fikirlerin birbirine katkısı ile bedihi hale gelen bu meselelere malumu ilam kabili olacağından niçin uğraştığı sorusuna muhatap olan Bediüzzaman cevap olarak; aynı asırda yaşadığı insanların fikir ve terakki cihetiyle orta çağ karanlıklarında yaşadığından dem vurmuş ve bu zamanın açığa çıkmış çok meselelerinin ne yazık ki onlar için hayal ürünü olarak kabul edildiği üzüntüsünü beyan eder.

Yorumlar

en çok okunanlar

Attan İnememek!

Yolun buradan sonrasını yürüyerek devam edeceğiz... Yolcu yolunda gerek. Yol bazen düz, bazen yokuş, bazen taşlı... İnsan bir yolcudur; kabirden haşre, oradan ebedi istirahatgahına gidecek garip bir yolcu. Daha önce hiç tanımadığı insanları kalp cüzdanında saklayacak kadar bir acube-i hilkat! Farkında olmasakta zaman şeridinde her an yol alıyoruz. Bazen makamlar elde edip; at sırtında gidiyoruz, bazen makamları kaybedip eşek sırtına razı oluyoruz. Yolcusu kadar yolu da garip olan bu serüvende illede makam diye tutturanlar, asıl kaybedenler; işte onlar oluyor! Tüm zorluklara rağmen hayatın cehd ve gayret ile anlam kazanacağını “ bilen ademoğlu ” her vasıta değiştirdiğinde bitmek bilmeyen bir enerji ile yoluna devam ediyor. Sen yola devam et yol sana öğretir; ne kadarda hakikatli bir söz! Zahiren kadercilik gibi gelse de aslında insanın bu hayat serüveninde her şeyin dizginini elinde tutamayacağını anlatan veciz bir ifade. Bir garip dedi; attan inip ...

ASRI AHİR PARADOKSALINDAN ACİL ÇIKIŞ!

Dine düşman ehli dalâletin yol göstericisi şeytanın, en sevdiği hal müşevveşiyettir. Herbir şeyin karışık olması, tersyüz edilmesi, aradığını bulamama hali; enfusî ve afakî olarak sonun başlangıcı demektir. Taki insanın hedefe ulaştıracak bir yol göstericisi ve bir urvetil vuskası olmasın! Toplumlar nasıl karışır sorusunun cevabı, insanın kendi iç âleminde karışmış olmasında gizlidir. Toplum bilimciler ve ahlâkiyyunlar çok uzaklarda aradıkları sorunun cevabını evvellen kendilerine sorsalardı muhtemelen “kurunu vusta”da tedbir alma ve tedavi etme safhasına geçebilirlerdi. Başta bir diğer yol göstericilerden bahsetmiştik buna mukabil, insanın hayatta üzerine inşa ettiği/edebileceği bazı prensipleri tabiri ahsenle düsturları olması icap ediyor. Üzülerek ifade etmek gerekirse toplumun ekseri, düstur edinmek ve hayatına bir yön vermenin aksine -pazarda mal seçer gibi- rüzgâra göre gidenlere, sesi diğerlerine nazaran çok çıkanlara tabi olmayı marifet zannediyor. Bataklıktan çık...

Küfrü kesen tılsım!

Şefkat, karşılıksız sevgi anlamına gelmektedir. Aşktan daha keskindir. Keza aşk karşılık beklenen bir muhabbetin mukaddemesidir. Bu bağlam, şefkati aşktan daha keskin ve daha değerli kılmaktadır. Şehadet aleminde hava gibi, su gibi, hayat gibi vesaireler kadar şefkat de bol miktarda -anneler başta olmak üzere- sağanak sağanak yağdırılmıştır. Belki Cennette var olan ırmaklardan biri de şefkat akacaktır. Kim bilebilir ki? Su gibidir şefkat, girdi mi demirin içine, zamana bakar her şey, paramparça kesilir. Hava gibidir şefkat, nefes aldırır insana, hayat vesilesidir. Bediüzzaman o çok değerli tarikının hatvelerine şefkat etmek eylem ve durumunu da almıştır.   Kimbilir belki Bediüzzaman, Allah katında aciz ve fakir olan Nurun talebesinden tefekkür mesleğini şefkat ruhuyla yapmasını istemektedir. Problemli bir asırdayız. İnsanlığın yıldızları bile bu asrın dehşetli aktörlerinden havf etmişler. Allahümme ecirna min… demişler defaatle. Fırtınalı b...