Ana içeriğe atla

Yoksa Siz Öfkelendirebildiklerimizden misiniz?

Sözler etkisiz kalmıştır ardımızdan, sonu hep üzüntü, hüsrân ve adımız olmuş öfke, bilememişiz...

Öfke âlem-i beşeriyet arasına nifâk ve şikak tohumlarının ekilmesine, itilâfların, tefrikaların tezayüd etmesine, uhuvvet ve muhabbetin bozulmasına sebep olan çok müthiş bir zehirdir.

Öfkelenen insanın öfkelenme esnasında aklî dengesi -o hâletten kurtulana kadar- bozulur ve kısmi bir meczupluk oluşur. En nihayetinde bu durum kişinin öncelikle kendisine sonra da çevresine çok büyük zararlar verecektir. Öfkelenmek bir yana bir de öfkelendirmek gibi bir tehlike de var. Öfkelendirmeye sebep olmak da bir vebâldir. Nihayet ortada müthiş bir öfke alevi tutuşur. Tutabilene aşk olsun.

Öfke kontrolsüz davranmaktır. Ne yaptığını bilmez, divâne misali bir hâlettir. Kişi o durumdayken kendini kontrol edemez. Çok ciddi hasarete sebebiyet verebilir. 'Öfkeyle kalkan; zararla oturur.' darb-ı meseli tam da bu noktaya parmak bastığını söylemekte bir beis olmasa gerek.

Öfkenin insana zarardan başka verecebileceği başka bir şey yoktur.
Öfke hem bedensel hem de ruhsal sağlık sorunlarına da davetiye çıkarır.
Hipertansiyon, kalp rahatslızlıkları, şeker hastalığı, depresyon, sinir bozuklukları ve dahası...
"Kuvve-i şeheviye ve gadabiye ise, şeytan desiselerine hem kâbile, hem nâkile iki cihaz hükmündedirler." (1)
Yani bu iki kuvve yani behimî ve gadâbi (öfke) hisler şeytana bir nevi kapıcıdır. Bu iki his âlem-i beşeriyette şeytan ve şerirleri lehine birer kozdur. Kişi bu kuvveleri doğru şekilde kullanmazsa vâhim neticelere sebebiyet verirler el'iyüzübillâh ...
"...kuvve-i gazabiye, hadd-i istikamet olan şecaati takib etmezse; ifratla çok zararlı ve zulümlü tehevvüre ve tecebbüre ve tefritle çok zilletli ve elemli cebanet ve korkaklığa düşer.. istikameti kaybetmesinin, hatasının cezası olarak daimî, vicdanî bir azabı çeker." (2) diyen Bediüzzaman (RA), kuvve-i gazabiyenin ifrâdi ve tefridî hâletlere inkılab etmesinin vahim neticeleri güzel bir şekilde izah eder.

Peki öfkemizi nasıl kontrol edebiliriz?
Bu sorumuzun cevabını gelin hâdislerden iktibaslarla anlamaya çalışalım inşaallah...
Ebu Vail radıyallahu anh anlatıyor: “Urve İbnu Muhammed es-Sa’di’nin yanına girdik. Bir zat kendisine konuştu ve Urve’yi kızdırdı. Urve kalkıp abdest aldı ve: “Babam, dedem Atiyye radıyallahu anh’tan anlattı ki, o, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’ın şöyle söylediğini nakletmiştir:
“Öfke şeytandandır, şeytan da ateşten yaratılmıştır, ateş ise su ile söndürülmektedir; öyleyse biriniz öfkelenince hemen kalkıp abdest alsın.” 
Ebu Zerr el-Gıfari radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm bize buyurmuştu ki: ”Biriniz ayakta iken öfkelenirse hemen otursun. Öfkesi geçerse ne ala geçmezse yatsın.” 

Bu iki hâdis-i şeriflerde öfkemizi nasıl kontrol alabileceğimizin güzel bir reçetesi sunulmaktadır. İlk hadis-i şerifte öfkenin inşaallah abdest alınarak giderilebileceğini, ikinci hadis-i şerifte de öfkenin ne şekilde olduğunu göz önüne alarak ayakta ise oturması eğer öfkesinin dinmemesi durumunda yatması gerektiği söylenilmektedir.

Ayrıca bu duygunun bizim kendimizden atamayacağımız bizde dercedilmiş bir hâsse olduğunu unutmayalım. Durum böyleyken bu duygumuzu yok edemeyiz; lakin bu duygumuza yön verebiliriz. Nasihlerin öfkelenme tavsiyeleri pek dikiş tutmaz; zira öfke bir patlamadır ve bir yerlere akması gerekir. Dolayısıyla öfkemizi zalimin zulmünü, kafirin küfrüne karşı kullanırsak istenilmeyen zararlardan muhafaza olabiliriz.

Aziz dostlar, reçete belli; lakin samimi söylemek gerekirse hakikaten kişi rahatken sakin, sağlıklı bir zihin yapısındayken öfkenin ne denli zararlı olduğunu çok iyi bilmemektedir. Öfkenin hâkim olduğu bir hâdise ile karşı karşıya kaldığımızda durum hiç sandığımız gibi olmuyor. İşte bu durumlarda yapılması gerekenler hadis-i şeriflerde söylendi. Bunun dışında da nâcizâne tavsiyem Cenâb-ı Erhâmürrâhim'ine öfke anında bize sâbır vermesini ve o an bizim öfkemizi yutmamız için bol bol dua etmemizdir.

Yazımızı bir müjdeli hâdis-i şerifle bitirelim;
Sehl İbnu Mu’az İbni Enes el-Cüheni, babası radıyallahu anh’tan naklediyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Öfkesinin gereğini yerine getirebilecek güçte olduğu halde öfkesini tutan kimseyi, Allah Teâla Hazretleri, Kıyamet günü, mahlukatın başları üstüne davet eder; tâ ki, (onlardan önce) dilediği huriyi kendine seçsin.”  
Öfkeden uzak, sürur ve sekînet hep sizlerle olsun aziz dostlar...
Selamette kalın

 Kaynakça;

1.) Lem'âlar

2.) Şuâlar 

YAZAR: SİNAN ÖZDEN

Yorumlar

en çok okunanlar

Attan İnememek!

Yolun buradan sonrasını yürüyerek devam edeceğiz... Yolcu yolunda gerek. Yol bazen düz, bazen yokuş, bazen taşlı... İnsan bir yolcudur; kabirden haşre, oradan ebedi istirahatgahına gidecek garip bir yolcu. Daha önce hiç tanımadığı insanları kalp cüzdanında saklayacak kadar bir acube-i hilkat! Farkında olmasakta zaman şeridinde her an yol alıyoruz. Bazen makamlar elde edip; at sırtında gidiyoruz, bazen makamları kaybedip eşek sırtına razı oluyoruz. Yolcusu kadar yolu da garip olan bu serüvende illede makam diye tutturanlar, asıl kaybedenler; işte onlar oluyor! Tüm zorluklara rağmen hayatın cehd ve gayret ile anlam kazanacağını “ bilen ademoğlu ” her vasıta değiştirdiğinde bitmek bilmeyen bir enerji ile yoluna devam ediyor. Sen yola devam et yol sana öğretir; ne kadarda hakikatli bir söz! Zahiren kadercilik gibi gelse de aslında insanın bu hayat serüveninde her şeyin dizginini elinde tutamayacağını anlatan veciz bir ifade. Bir garip dedi; attan inip ...

ASRI AHİR PARADOKSALINDAN ACİL ÇIKIŞ!

Dine düşman ehli dalâletin yol göstericisi şeytanın, en sevdiği hal müşevveşiyettir. Herbir şeyin karışık olması, tersyüz edilmesi, aradığını bulamama hali; enfusî ve afakî olarak sonun başlangıcı demektir. Taki insanın hedefe ulaştıracak bir yol göstericisi ve bir urvetil vuskası olmasın! Toplumlar nasıl karışır sorusunun cevabı, insanın kendi iç âleminde karışmış olmasında gizlidir. Toplum bilimciler ve ahlâkiyyunlar çok uzaklarda aradıkları sorunun cevabını evvellen kendilerine sorsalardı muhtemelen “kurunu vusta”da tedbir alma ve tedavi etme safhasına geçebilirlerdi. Başta bir diğer yol göstericilerden bahsetmiştik buna mukabil, insanın hayatta üzerine inşa ettiği/edebileceği bazı prensipleri tabiri ahsenle düsturları olması icap ediyor. Üzülerek ifade etmek gerekirse toplumun ekseri, düstur edinmek ve hayatına bir yön vermenin aksine -pazarda mal seçer gibi- rüzgâra göre gidenlere, sesi diğerlerine nazaran çok çıkanlara tabi olmayı marifet zannediyor. Bataklıktan çık...

Küfrü kesen tılsım!

Şefkat, karşılıksız sevgi anlamına gelmektedir. Aşktan daha keskindir. Keza aşk karşılık beklenen bir muhabbetin mukaddemesidir. Bu bağlam, şefkati aşktan daha keskin ve daha değerli kılmaktadır. Şehadet aleminde hava gibi, su gibi, hayat gibi vesaireler kadar şefkat de bol miktarda -anneler başta olmak üzere- sağanak sağanak yağdırılmıştır. Belki Cennette var olan ırmaklardan biri de şefkat akacaktır. Kim bilebilir ki? Su gibidir şefkat, girdi mi demirin içine, zamana bakar her şey, paramparça kesilir. Hava gibidir şefkat, nefes aldırır insana, hayat vesilesidir. Bediüzzaman o çok değerli tarikının hatvelerine şefkat etmek eylem ve durumunu da almıştır.   Kimbilir belki Bediüzzaman, Allah katında aciz ve fakir olan Nurun talebesinden tefekkür mesleğini şefkat ruhuyla yapmasını istemektedir. Problemli bir asırdayız. İnsanlığın yıldızları bile bu asrın dehşetli aktörlerinden havf etmişler. Allahümme ecirna min… demişler defaatle. Fırtınalı b...