Ana içeriğe atla

BİR SONRAKİ DURAK

Gençlik; bakmanın, duymanın, dokunmanın, koklamanın, tatmanın ziyadesiyle lezzet verdiği bir zaman dilimidir. Berzahtan ahirete uzanan beşer yolculuğunda çocukluktan sonra, yetişkinlikten önce gelecek olan, tadanın ‘bir kez daha’ dediği, henüz tadamayanın da merakla beklediği durağın bir diğer adıdır gençlik. Akıldan ziyade hisse baktığı söylenir ve hazır lezzetlere dayanamadığı da. En doğrusunu yaşayan bilir haddi zatında.
Mün’im-i Hakiki’nin beşere hediye ettiği nimetler sayılsa; gençlik elbette ilk akla gelenlerden olacaktır. Nimet şükür görmezse zevâle mahkûm olacağından hareketle, gençlik nimeti de iffetle hayrata, istikamet dairesinde harcanmadığı takdirde tadına bakanı ebedî karın ağrılarına mahkûm edeceği ve arta kalan ömründe ‘ah-u vah’larla yâd ettirecek bir azap vesilesi olacağı açıktır.
Zaman ipine takılı olan gencin, gençliğini adeta ceket değiştirir gibi tebdil edeceği hakikat -ecel acilen gelmezse eğer- elbette ihtiyarlıktır. Gençliğin psikolojik, sosyolojik, pedogojik, ontolojik açılımlarını bir başka yazının konusuna havale ederek, bir sonraki durakta tanışılacak olan ihtiyarlığın ne anlam ifade ettiğini ve ihtiyarlıkta bizleri nelerin beklediğini, henüz aklını kaybetmemiş gençlere hatırlatmayı ve gençliğini iffetle, istikametle hayrata sarf etmenin neticelerini bu yazıda bir nebze olsun tattırmayı istiyoruz.
“Keşke gençliğim bir gün dönseydi, ihtiyarlık benim başıma ne kadar hazîn haller getirdiğini ona şekvâ edip söyleyecektim.” (Lemalar) diye ağlayarak feryat eden adamın misali, ihtiyarlığın bir cihetten nasıl bir intibah ve ızdırap hâli olduğunu açıklar mahiyettedir. Her şeyin ağırlaştığı bir yana, zamanın bile yavaş yavaş ilerlediği, acizliğin ve fakirliğin çocukluktan da öte daha derin yaşandığı, gençlikte biriktirilenle anlam kazanan, ölüme çok yakın olmanın, bakmanın, duymanın, dokunmanın, koklamanın, tatmanın eski hazzını vermediği bir zaman dilimin adıdır ihtiyarlık. Gençliğini israfatla geçirene pişmanlığın, gençliğini istikametle geçirene memnuniyetin tattırıldığı; bir cihetten bakıldığında çok dar, bir cihetten bakıldığında çok geniş bir mekânın zaman algısıdır ihtiyarlık. Bedenin ruha eskidiği, yamaların artık tutmadığı bir elbisedir. Çatısının aktığı, duvarlarının yavaş yavaş döküldüğü bir yaşama alanıdır. Bahsi geçen hakikatlerle bizzat yüzleşmek isteyenler, bu yazı bitmeden en yakın ihtiyar ve ihtiyarelere ihtiyarlığın tarifini sorabilirler. İşitecekleri şu ki, bir bardak yorgunluk, bir kaşık yalnızlık ve hâkezâ…
Her ne kadar maddeten yıpranmanın adı da olsa, iman ve ibadetle hazırlanılmışsa eğer ebedi dostlara kavuşmanın bu dünyada en yakın durağı olan ihtiyarlık, intibah hâli olması açısından gençlere vereceği çok derslere hâvî olduğu muhakkaktır. Buradan hareketle ihtiyarlık hakikatinden çıkaracağımız pek çok hikmetler var.
Maddî zevklerin bir anlam ifade etmediği ihtiyarlıkta elbette haramlarda pek yaklaşılmayacak ve istiskal edilecek bir hâl alacaktır. İhtiyarlığındaki yalnızlığına bir dost arayan insan, her şeyin zevâl bulup gittiğini fark edince bir Mâbûd-u Bâkî’nin dergâhına el açacak ve geçmiş hatalarına af ve mağfiret isteyecektir. Gençliğini hayır hasenata harcayan, bir diğer ifade ile ‘gençliğin sahibine’ karşılığında daha değerlilerini almak için satan ihtiyar ve ihtiyareler, bahsi geçen zevâl ve maddî zevklerden uzaklaşmayı daha konforlu bir süreçte yaşayacak ve bu ‘huzur’a daha rahat adapte olacaklardır.
İhtiyarlığın gençliğe nazaran yavaş ve ağır yaşanması feraizin tadının alınmasına, Rabbin huzurunda olmanın daha bir farkına varılmasına vesile olduğu gibi; maddî âlemin zayıflaması, manevî âleme de yeni pencereler açılmasına fırsat doğuracaktır. Gençliğin zevâl bulan, fenaya giden, âdeme mahkûm olan kışrına takılmayıp mânâsına değer katan ihtiyar ve ihtiyarelerin, ebedî gençliğe yaklaşmanın verdiği mutluluk tarif edilemez. İnanın insan bu hakikatin zıddına değişmesini ve o hâlet-i rûhiyeyi düşünmek bile istemiyor.
Başa ilk düşen karla birlikte gündüz ihtiyarlanmış, sene ihtiyarlanmış, dünya ihtiyarlanmış, yani ihtiyar ve ihtiyare dünyanın zaman-ı ahirinde, kış mevsiminde, ikindi vaktine girmiş demektir.
Yolcu bavulunu hazırlamak mecburiyetindedir; yoksa gideceği yerler ona çok sıkıntı ve zorluk yaşatabilir. Ey insan, madem yolcusun; berzahtan, sabavetten, oradan da gençliğe geldin, bir sonraki durakta ihtiyarlık olduğunu benden işit ve sevmek beklediğin nazarlardan istiskal görmemek için başını iki elinin arasına al ve aklını başında tut. Hislerine mağlup olma.
Hâsıl-ı kelâm; her genç kendi ömür ağacının ucundaki meyvesi olan cenazesine dikkatli bakarsa eğer, o meyveyi tutan kuru çubuğun başında kendi ihtiyarlığını da bir nebze müşahede edebilir. Bu müşahede ile aklı başına gelip gençliği hevesâta ve haram lezzetlere harcamaktan vazgeçebilir. İhtiyarlığa uyanılan bir sabahta İslamiyet suyu, imanın ziyası ve ubudiyet toprağı (Sözler) ile terbiye edilen gençlik meyvelerinin verdiği haz paha biçilemez…

YAZAR: Ersin Acar
m.r.ersinacar@gmail.com

Yorumlar

en çok okunanlar

Hatırlatmakta fayda var!

Mekânın, zamanın, boğazına kadar meşguliyetin, yetersizliğin, cehaletin vesair, bir çok sebebin neticesi; muhatap olduğumuz kardeşimize, abimize, bir tanıdığımıza meramımızı anlatamadan tartışmak, sinirlenmek, bağırıp çağırmak ve küsüp terk etmek oluyor. Bir mevzuyu izah etmek ve muhatabımızı ikna etmekten ziyade; üstün gelmek, mukalemede galip olmak arzusu bize hükmettiği için söylediklerimizi de tesirsizleştiriyor ve söyleyeceklerimizi de ya unutturuyor ya da daha sert üslûp cesedleri giydirerek işin içinden çıkılmaz bir hal aldırıyor. Oysa ne güzel söylemiş Asrın Bedisi; “Eğer bir meselenin münâzarasında kendi sözünün haklı çıktığına taraftar olup ve kendi haklı çıktığına sevinse ve hasmının haksız ve yanlış olduğuna memnun olsa, insafsızdır.” Hem zarar eder. Çünkü haklı çıktığı vakit, o münazarada bilmediği birşeyi öğrenmiyor. Belki gurur ihtimaliyle zarar edebilir. Eğer hak hasmının elinde çıksa, zararsız, bilmediği bir meseleyi öğrenip menfaattar olur, nefsin gururundan kurtulu...

Kuran Bir Bütündür

Ehli ilmin reçetesi ve bir tefsir mukaddemesi namında ki İslamiyet elmas kılıncına saykal vurmak için kaleme alınan Muhakemat adlı muhteşem eser üç bölümden müteşekkildir. Birinci bölümde; hakikatler nazarlara verilip adeta temeller ve kökler sağlamlaştırılırken, ikinci bölümde belagatin ince ve dakik ayrıntıları izah edilir. Üçüncü bölümde ise Kuran’ın ana esasları olan tevhit, peygamberlik, öldükten sonra tekrar yaratılma ve adalet mevzuları delilleri ile ispat edilirken derya içinde olduğunun farkında olmayanlara nispet edercesine uzak diyarlarda ki Japonların İslamiyet hakkında ki suallerine cevaplar sard edilir. Maksada ulaşmak adına giriş cümleleri mahiyetinde ki mukaddemelerden yardım istemek araştırmacı ve tahkik ehlinin adeta şiarıdır. İslam hakikatlerinin ne kadar yüksek olduğu malumunuz olması hasebiyle elbette o yüksek hakikatlere merdivenimizi dayayıp mukaddeme basamaklarından yukarı doğru tırmanmalıyız. Müzakere ettiğimiz Muhakemat eseri de bu yolu tercih etmişti...

Bir Başka Zübeyir

Zübeyir en sevdiğim isimlerden birisi... Bu adı her zikrettiğimde acibdir; yıldızları hatırlarım. Dolayısıyla yıldız mânâsına geldiğine inanırım, saklı kapılarımda. “Aziz, sıddık, fedakâr, metin, sarsılmaz...” ve birçok sıfat yakıştırırım sonuna. Evet, Zübeyir fedakârdır, Zübeyir metindir, Zübeyir dikkatlidir vesair... Ziver, bir gün aradığını bulmak ümidi ile çalar kapısını Bediüzaman’ın. Ağlamaklıdır gözleri, dilinden zor dökülür kelimeler zaten. Adını sorar Bediüzzaman, üç defa “Zübeyir hoş geldin” cevabını vereceğini ve yine üç defa “Ziver efendim” cevabını alacağını bile bile. Ziver anlamıştır artık, “kâinata değişilmeyecek biri” olmanın adı; Zübeyir’dir. Hz. Zübeyir... Çok şey anlatır bu isim, çok hüzün vardır içinde. İlk olmanın, fedakâr ve dâvâsına en ziyade sâdık kalmanın ağır yüküdür. Resulullah’a (asm) sadâkatin ilk kılıcıdır. Cennetle müjdelenmek nasıl bir huzur, kim bilebilir ki! Zübeyir, Hz. Zübeyir olmayı düşünmüş müdür bunca fitnenin, günahın arasında acaba? Fenâfil...