Ana içeriğe atla

YAKINLIĞIN BEKLENEN İMTİHANI

Dünyaya ilk gönderildiği andan itibaren insanoğlunun uzak diyarlara ulaşmaya çalıştığını, insanlık tarihine baktığımızda bizzat müşahade edebiliyoruz. Bahsi geçen uzak diyarlar maddeyi kapsadığı gibi mânâ âlemlerine ulaşmayı da içine almaktadır. Adeta mekânda uzaklık ne kadar ziyade ise insanın oraya yaklaşma iştiyakı da o şiddette artmaktadır. Bir bakıma uzaklık onu cezb ediyor. Oralarda bir şeyler bulma taharrisiyle beraber aslında insan; mükemmeli, en güzeli, daha üstünü, daha kuvvetlisini, başka mânâ ile kendisine istinat ve istimdat noktaları olabilecek bir şeyler bulmaya çalışmaktadır. Diğer bir ifade ile insan uzaklığa olan iştiyakıyla beraber kendi omuzlarında taşıdığı iki yaranın merhemini, tiryakını, ilacını aramaktadır. “Ve o iki yara ise; birisi, müz’ic ve hadsiz bir acz-i beşerî, diğeri elîm, nihayetsiz bir fakr-ı insanîdir.”1
İnsan görmediği ama aklının, hislerinin ve sair cihazatlarının ihtarları gereği uzaklarda ondan bir şeyler olduğunu ve hastalıklarına çare olacağını biliyor, anlıyor, hissediyor. Hakikat-i hâlin farkına vardığımızda dünyanın göçmek için bir han olduğunu idrak edebilirsek eğer, gelenlerin gittiği yerlerin, insanı niçin cezb ettiğini anlayabiliriz. “Bu zemin yüzü dahi acele hareket eden kafilelerin yollarında bir gecelik konmak ve göçmek için bir handır. Her bir şehri yüz defa mezaristana boşaltan ölüm, elbette hayattan ziyade bir istediği var.2 Cümlelerini bu mânâda müzakere edebiliriz. Her uzaklaşmanın bir ölüm olduğunu düşündüğümüzde her yakınlaşma da sabık ifadelerde geçen ihtiyaçların giderilmesi olarak konumlandırılabilir.
Uzaklara gitme iştiyakını biraz izah ve idrak ettikten sonra, vasıtalarının üzerinde biraz daha net tefekkür edebilir, yeni yeni pencereler açabiliriz. Kısıtlı bir zaman diliminde, uzak bir mekâna ulaşmak için elbette kullanılacak vasıtaların da bu zaman mekân zıtlığına bir çare olarak çok hızlı olması gerekmektedir. İnsan kendine baksa, kendini keşfetse, enfüsi âlemde yoğunlaşsa, donandığı cihazlardan anlayacağı üzere hızını arttırabilir. Asrı ahir insanı her şeyi maddede aradığı ve afakî âlemde boğulduğu için hızını bazen arttırmakla beraber çoğu zaman bulduğu vasıtalar; eksik, kusurlu, kısıtlı olmaktadır. Belkıs’ın tahtını uzak diyarlardan getirten atamız Hz. Süleyman’a (as)3 nazaran biz asrı ahir insanları ne yazık ki; dışarıdan bakıldığında mutantan içerisinde kof vasıtalar geliştirdik. Uzak diyarlarımız yakınlaştı. Bir anda birçok yerde, ilmimizle, suretimizle, etkimizle görünmeye başladık. Uzak diyarlardaki bizden olanlar bu vasıtaların etkisiyle gözümüze, aklımıza, duygularımıza çok güzel, enfes, fevkalade, mükemmel görünmekle beraber gelin görün ki; yakınlarımızdan, onların eksiklerine yakın olduğumuzdan, en az vasıtalarımızın hızı kadar uzaklaşmaya başladık.
Renkli ekranlar, cezb edici sayfalar, hayran bırakan müzikler ve sair sarhoş edici hız vasıtaları bize uzak diyarları yakınlaştırırken temelde yakınlarımızı, yakındakilerimizi, yakın olması gerekenleri uzaklaştırdı. Nitekim, son tahlilde yakınlaştığımız uzaklar da aslında uzakların yalancı hâlleriydi. Şimdilerde bu vasıtalar, uzakları taharri amacında olan ve yaralarına merhem arayan insanoğlunun yakınlaştırma aracı olmaktan ziyade var olan değerleri uzaklaştırmak için kullanılıyor. İnsanın geçmiş ve geleceğe olan iştiyakı gereği hemcinslerinin bıraktığı izleri ve geleceğe dair gösterişli güzellemeleri, en kolay, en hızlı ve en konforlu bir şekilde “ekran” diye adlandırabileceğimiz bu vasıtalar bize ulaştırıyor.
“Ekran” dediğimiz vasıta, elbette tamamen kötü ve uzak durulması gereken bir araç olmamakla birlikte; sureten büyümüş görünen, hakikatte haz ve arzularının kurbanı olan bir insanlığın ellerinde kötüye kullanılması, gündüzün güneşe olan delili kadar, kat’i idi. İrtibatları kopardı, güzel hasletleri “ekran”da boğup nihayetinde cenaze namazını biz mü’minlere kıldırdı.
Nimet şükür görmezse elden alınacağı,4 hakikatinden hareketle vücudu gelişmiş, ama aklı henüz tekâmül etmemiş ergen ve ergenlere benzeyen insanların elinde bu vasıtalar olumlu olarak kullanılmadığı aşikârdır. “Hem, o bedbaht, kendi kendine zulmetmiş. Gündüz gibi güzel bir hakikati ve parlak bir vaziyeti, basîretsizliği ile kendisine muzlim ve zulümâtlı bir evham, bir Cehennem şekline getirmiş. Ne şefkate müstehaktır. Ve ne de kimseden şekvâya hakkı vardır. Meselâ, bir adam, güzel bir bahçede, ahbablarının ortasında, yaz mevsiminde, hoş bir ziyâfetteki keyfe kanaat etmeyip, kendini pis müskirlerle sarhoş edip, kendisini kış ortasında canavarlar içinde, aç, çıplak tahayyül edip bağırmaya ve ağlamaya başlasa, nasıl şefkate lâyık değil, kendi kendine zulmediyor, dostlarını canavar görüp tahkir ediyor. İşte bu bedbaht dahi öyledir.”5
Bedbaht diye adlandırılan insanların ziyadeliği ne yazık ki; “ekran” nimetini muzlim, karanlıklı, etrafına vesvese üfleyen bir cehennem hâletine çevirdi. Adeta; Felak Suresi’nin asrı ahire bakan hakikatlerini acı tecrübelerle bizlere yaşattı.6 Peki; şimdilerde uzak diyarları yakınlaştırma aracı olarak kullanılan bu vasıtaların amacı doğrultusunda kullanılmasının bir yolu yok mudur?
Uzaklar yakınlaşırken, yanı başımızdakilerin yakınlığını sabit kılabilecek ya da daha da ziyadeleştirecek bir yöntem bulamaz mıyız?
Bu ve benzeri sorularımıza cevap bulmak adına birkaç madde:
  • Hakikati ararken bulduğu vasıtaların kullanım kılavuzunun dilinden anlamayan insan, öncelikle kendine bakmalı; zira eşyaya nüfuz edebilecek, bir bakıma eşyanın kullanım kılavuzunu okuyabilecek dil ve diller insanın cihazatlarında yerleştirilmiştir.
  • Bir başka yöntem olarak; ekran vasıtasını kullanan bizler, eksi artı terazisinde uzak ve yakında olanların fayda cihetiyle hangisinin daha ağır bastığını düşünmeliyiz.
  • Malûmunuz insan dairelerden müteşekkil bir varlık. Kalp ve mide dairesinden başlayarak dünya ve zihayât âlemine kadar küçükten büyüğe daireler içerisinde yaşıyor. Küçük dairelerde büyük dairelere nispeten daha ehemmiyetli vazifeler olduğunu idrak etmek ve büyük dairenin cazibedarlığına kapılmamak için hakikat-i hâli keşfetmek, bir başka çare olarak nazarlarımıza sunulabilir.7
  • Zeval, firak damgasını fâni âlem üzerinden keşfetmek “ekran” ismi ile yâd edilen asrı ahir vasıtalarını daha gerçekçi ve yerinde kullanma yoluna bizleri sevk edecektir.
  • İnsan en nihayetinde unutmaya mahkûm bir varlık olduğu için ve İmam’ı Şafi’nin (ra) ihtarıyla harama nazar nisyan verir,8 hakikatinin en şiddetli yaşandığı asrın zahiren sert duvarları içerisinde yaşadığımız için, vasıtaları amacına uygun kullanmak isteyen bir insan hayatındaki uyarıcı levhaları azamî ölçüde arttırmaya gayret etmelidir.
  • Şahs-ı manevîler asrında olduğumuz için “ekran” vasıtasının bireyselciliğe yatırım yaptığını ya da daha doğru bir ifade ile onu kötüye kullananların bu minvalde çalıştıklarından dolayı mutlak surette ekran vasıtası adeta toplu taşıma aracı olarak kullanılmalı ve şahsî güzellemeler, meziyet ve kabiliyet pazarlamalardan ziyade şahs-ı manevî havuzunda eriyerek bulunduğu havuzun gücü ve koruması ile hareket etmelidir.

Dipnotlar:
  1. Sözler, Bediüzzaman Said Nursi
  2. Şualar, Bediüzzaman Said Nursi
  3. Kitaptan ilmi olan kimse ise, “Gözünü açıp kapamadan, ben onu sana getiririm” dedi. (Süleyman) onu (Melike’nin tahtını) yanı başına yerleşivermiş görünce, “Bu, dedi, şükür mü edeceğim, yoksa nankörlük mü edeceğim diye beni sınamak üzere Rabbimin (gösterdiği) lütfundandır. Şükreden ancak kendisi için şükretmiş olur; nankörlük edene gelince, o bilsin ki Rabbim müstağnidir, çok kerem sahibidir.” (Neml, 40)
  4. Lemalar, Bediüzzaman Said Nursi
  5. Sözler, Bediüzzaman Said Nursi
  6. Şualar, Bediüzzaman Said Nursi
  7. Şualar, Bediüzzaman Said Nursi
  8. Kastamonu Lahikası, Bediüzzaman Said Nursi

Ersin Acar
m.r.ersinacar@gmail.com

Yorumlar

en çok okunanlar

Attan İnememek!

Yolun buradan sonrasını yürüyerek devam edeceğiz... Yolcu yolunda gerek. Yol bazen düz, bazen yokuş, bazen taşlı... İnsan bir yolcudur; kabirden haşre, oradan ebedi istirahatgahına gidecek garip bir yolcu. Daha önce hiç tanımadığı insanları kalp cüzdanında saklayacak kadar bir acube-i hilkat! Farkında olmasakta zaman şeridinde her an yol alıyoruz. Bazen makamlar elde edip; at sırtında gidiyoruz, bazen makamları kaybedip eşek sırtına razı oluyoruz. Yolcusu kadar yolu da garip olan bu serüvende illede makam diye tutturanlar, asıl kaybedenler; işte onlar oluyor! Tüm zorluklara rağmen hayatın cehd ve gayret ile anlam kazanacağını “ bilen ademoğlu ” her vasıta değiştirdiğinde bitmek bilmeyen bir enerji ile yoluna devam ediyor. Sen yola devam et yol sana öğretir; ne kadarda hakikatli bir söz! Zahiren kadercilik gibi gelse de aslında insanın bu hayat serüveninde her şeyin dizginini elinde tutamayacağını anlatan veciz bir ifade. Bir garip dedi; attan inip ...

Kim Kazanacak!

Dünya hızlı bir maratonun son metrelerinde gibi hareket ediyor. İnsanlık bu hengâmede ya İslamiyet’e koşuyor ya da kıyamete. Son demde yaşananlar; nezafeti öncelemeler, birbirinin halinden anlamalar, yaptığı yanlışlardan dolayı üzgün olduğunu ifade etmeler yaşanılan hadiselerden ders alınıyor oluşunun tezahürü elbette. Öyle herkesin bu hesaplaşmaya gireceğini elbette kimse beklemiyor; zira biz biliyoruz ki, toplumun yüzde sekseni ehli tahkik değil. Değil ama tahkik olmayanların önemli bir zaafı var, onlara vicdanlarından tevarüs eden.  Ehli tahkik olan, olayları doğru ve istikametli analiz edenlerin peşinden gitme gayreti. Bu gayret özellikle bu zamanda umut vadediyor. İstikbalde en yüksek gür seda İslamiyet’in olacak sözü tahakkuk ediyor dersek hiçte yanılmış olmayız. Elbette uzaklarda bir yerlerde birileri menhus ruhunu yaymak için çeşitli planlar çeviriyor ama tuzak kuranların en hayırlısı Rabbi Rahim itikadı içinde olanlar; kâinatı velveleye veren hadisat...

BAŞKASININ GÜNAHINA GÜLENLER…

Kadınlar bizim baş tacımız. Elbette bu âlemde güzellik ve sanatın, hüsün ve cemalin en belirgin misalleridir onlar. Dolayısıyla bizim için -biraz sloganvari olacak ama- dünya kadınlar günü bir gün değil her gündür. Toplumlar kadının kıymetini bildiği ölçüde değer kazanırlar. Zira toplumu inşa eden en sağlam karakter hiç şüphesiz annelerdir. Değer biçme meselesi çok tartışamaya açık bir ifade olduğu için kadına mutlak hürriyeti rüşvet veren ahir zaman sapmış cereyanlarına inat kadının değerinin evinde olduğunu ve yine evinde anlaşılacağını şuraya not düşmek gerekiyor.  Yine de dünya kadınlar gününün şefkat kahramanları cenahını tebrik etmekle beraber; bugünün nasıl çevreler tarafından deruhte edildiğini anlamak için yapılan yürüyüş ve kutlamalara bakmak yeterli olacaktır. Siyasi gerilimin had safhada olduğu bir zamanda böyle kitlesel hareketin zaten tozdan nem kapan bir gurup tarafından alet edileceği, beni şaşırtmadı desem yeridir. Daha evvel yazılarımda da belirttiğim ...