Ana içeriğe atla

EZELÎ KELÂM’IN EMRETTİĞİ KÖPRÜ

Said Nursî, Harbi Umumî’nin neticesinde düştüğü esaretten dönüşte, İstanbul’da Eski Said’den Yeni Said’e inkılâbının çalkantıları içerisinde iken; mühim bir rü’yâ görür. Söz konusu rü’yâda asrın sahibi olarak diğer asırların temsilcilerine İslâm’ın mukadderatı hakkında-dinleyenlerinde tasdik emareleri gösterdiği-izahatlarda bulunur. Ümitvardır, her zaman olduğu gibi. İslâm galip gelecektir, Allah nurunu tamamlayacaktır nassı gereği… Neticesi hayrıdır, bu zahiri şer görünenin. Kaybettiklerimiz zekât, cepheden cepheye koşturmamız namaz, aç kalmalarımız oruç hükmüne geçecektir bu beliğ ve mukni’ izahatın içerisinde zikredildiği üzere.
Hüda hevaya galip gelecektir. Zira; hayat düsturu mücadele ve neticesi çekişme olan batı medeniyeti; mücadele, çarpışma yerine yardımlaşmayı esas alan ve neticede dayanışma ve birliğe vesile olan hakikî medeniyete mağlup olmaya mahkûmdur adeta.1
Toplumu kabaca iki kısma ayırdığımızda toplum tabakaları havâss ve avam veyahut zenginler ve fakirler olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu ayrım, maddî kavramını içine aldığı gibi ilim, fikir, kuvvet, amel konularındaki zenginliği veya fakirliği de barındırır. 
Heva ve Hüda ikileminde; havâss ve avam/ zengin ve fakir arasında sürekli devam eden bir etkileşim söz konusudur. Havâsstan/zenginden avama/fakire acımasızlık veya şefkat; avamdan/fakirden havassa/zengine kıskançlık veya saygı akmaktadır.
Said Nursî, sadece bu rü’yâyla sınırlı olarak değil; hayatı boyuncu bu fikriyatı savunmuştur. Nitekim bu onun Ezelî Kelâm’dan aldığı bir derstir ve o Ezelî Kelâm’ın bir hakikatine ruhunu feda edecek kadar bağlıdır.
Kur’ân tüm asırlara gönderilmiştir. Gençliğini her daim koruduğu gibi bütün insanlığa hakikî saadetin anahtarını da -her asırda olduğu gibi- yine kuvvetli nazarlara sunmaktadır. İnsanlığın psikolojisini, yani ma’neviyatını, dinini namaz ile ayakta tuttuğu gibi maddiyatını, sosyolojisini, hayatını da zekât müessesi ile sağlamlaştırmaktadır. Ondandır ki Ezelî Kelâm’ın ayetlerinde yaptığımız her seyahat de salât kelimesinin akabinde zekât kavramını intizar ederiz. Sabık ifadelerle anlaşılacağı üzere İslam’da yardımlaşma zekâta karşılık gelmektedir.
Peygâmber-i âlî-şan namazı tarif ederken dinin direği olarak tasvir eder.2 Söz konusu zekât olunca İslâm’ın kantarası, yani köprüsüdür diye vasıflandırır.3 Buradan hareketle dinin direği nasıl namazsa, hayatın direği de zekât olarak ifade edilebilir. Böylece; zekâtı kısa ve mücmel tarif etmek gerekirse;
Hadisi şerifte de zikredildiği gibi insan tabakaları arasında bir köprüdür.
Yardım vasıtası zekâttır ve insanların birbirlerine yardımı ancak zekât köprüsünden geçmektedir.
İnsanların hayatında asayiş ve intizamı sağlayacak yine zekâttır. Sosyal hayatın hayatı zekâttan doğar ve karışıklıkların, ihtilallerin, isyanların, ihtilafların neticesinde meydana gelen felaketlerin ilacı ve tiryakı zekâttır.4
Kâinat boşluk kabul etmez mucibince toplum tabakalarının arasındaki iletişimi Ezelî Kelâm boş bırakmamış ve zekât gibi sadaka, fitre gibi yardımlaşma köprülerini kurmuştur.
Bu son derece ehemmiyetli konu hakkında Kur’ân bize iki mühim ayet-i kerîme ile ders verir ve ilaç hükmüne geçer: 
“Altını biriktirip de onu Allah yolunda harcamayanları ise; acı bir azapla müjdele.”5 “İnsan için ancak çalıştığının karşılığı vardır.”6
Zikredilen sabık iki ayet aynı zamanda toplumun dehşetli iki hastalığına birer ilaç hükmündedir. Hastalıkları zikretmek gerekirse:
Birinci hastalık; ben tok olayım da, başkası açlığından ölürse ölsün bana ne.
İkinci hastalık; sen zahmetler içinde boğul ki, ben nimetler ve lezzetler içinde rahat edeyim.7
İnsaniyet âlemini zelzelelere maruz bırakmakla yıkılmaya yaklaştıran birinci hastalığı kökünden kesip atan Ezelî Kelâm’ın zikrettiğimiz ikinci tehdidi gereği zekâttır. İnsanoğlunu umumî felaketlere sürükleyen Rus komünizminin (bolşeviklik) taraftarlığına  sevk edip terakkiyatı, asayişi mahveden faizi, ikinci ilaç olarak saydığımız ayet gereğince ortadan kaldırmaktır.
Elhasıl; Kur’ân’ın bizlere ders verdiği gibi hayatın saadeti zekât ile olacaktır. Peki, nasıl verilecektir zekat? Bu sorunun cevabı yine ayetlerde gizlidir. “Kendilerine rızık olarak verdiklerimizden Allah yolunda bağışta bulunurlar.8 ayeti zekât ve sadakanın şartlarını sayarken aklımızdaki şüpheleri de izâle etmektedir.
Zira sadaka/zekât; israf değildir, kendi malından verilecektir, sadakada/zekâtta herhangi bir minnet yoktur, sadaka/zekât fakir olacağım korkusuyla terk edilmez, sadaka/zekât sadece mal ve para ile değil ilim, fikir, kuvvet, amel vesair şeyleri de kapsamına alır ve sadakayı/zekâtı alacak adam sefahate değil hâcât-ı zaruriyesine sarf etmesi gerekmektedir.9

Dipnotlar:
1- Tafsilatlı izahat için bkz. Risale’i Nur K. Sünuhat, s:141 Yeni Asya Neşriyat
2- Tirmizi, iman:8
3- Münziri, terhip ve tergip, 1:517
4- Risale’i Nur K. İşaratü’l İcaz, s:78 Yeni Asya Neşriyat
5- Kuran’ı Kerim (9,34)
6- Kuran’ı Kerim (53,39)
7- Risale’i Nur K. İşaratü’l İcaz, s:79 Yeni Asya Neşriyat
8- Kuran’ı Kerim (2,3)
9- Ayetin kelime kelime tefsir sonuçları için bkz. Risale’i Nur K. Sözler s:597 Yeni Asya Neşriyat

Yorumlar

en çok okunanlar

Hatırlatmakta fayda var!

Mekânın, zamanın, boğazına kadar meşguliyetin, yetersizliğin, cehaletin vesair, bir çok sebebin neticesi; muhatap olduğumuz kardeşimize, abimize, bir tanıdığımıza meramımızı anlatamadan tartışmak, sinirlenmek, bağırıp çağırmak ve küsüp terk etmek oluyor. Bir mevzuyu izah etmek ve muhatabımızı ikna etmekten ziyade; üstün gelmek, mukalemede galip olmak arzusu bize hükmettiği için söylediklerimizi de tesirsizleştiriyor ve söyleyeceklerimizi de ya unutturuyor ya da daha sert üslûp cesedleri giydirerek işin içinden çıkılmaz bir hal aldırıyor. Oysa ne güzel söylemiş Asrın Bedisi; “Eğer bir meselenin münâzarasında kendi sözünün haklı çıktığına taraftar olup ve kendi haklı çıktığına sevinse ve hasmının haksız ve yanlış olduğuna memnun olsa, insafsızdır.” Hem zarar eder. Çünkü haklı çıktığı vakit, o münazarada bilmediği birşeyi öğrenmiyor. Belki gurur ihtimaliyle zarar edebilir. Eğer hak hasmının elinde çıksa, zararsız, bilmediği bir meseleyi öğrenip menfaattar olur, nefsin gururundan kurtulu...

Kuran Bir Bütündür

Ehli ilmin reçetesi ve bir tefsir mukaddemesi namında ki İslamiyet elmas kılıncına saykal vurmak için kaleme alınan Muhakemat adlı muhteşem eser üç bölümden müteşekkildir. Birinci bölümde; hakikatler nazarlara verilip adeta temeller ve kökler sağlamlaştırılırken, ikinci bölümde belagatin ince ve dakik ayrıntıları izah edilir. Üçüncü bölümde ise Kuran’ın ana esasları olan tevhit, peygamberlik, öldükten sonra tekrar yaratılma ve adalet mevzuları delilleri ile ispat edilirken derya içinde olduğunun farkında olmayanlara nispet edercesine uzak diyarlarda ki Japonların İslamiyet hakkında ki suallerine cevaplar sard edilir. Maksada ulaşmak adına giriş cümleleri mahiyetinde ki mukaddemelerden yardım istemek araştırmacı ve tahkik ehlinin adeta şiarıdır. İslam hakikatlerinin ne kadar yüksek olduğu malumunuz olması hasebiyle elbette o yüksek hakikatlere merdivenimizi dayayıp mukaddeme basamaklarından yukarı doğru tırmanmalıyız. Müzakere ettiğimiz Muhakemat eseri de bu yolu tercih etmişti...

Bir Başka Zübeyir

Zübeyir en sevdiğim isimlerden birisi... Bu adı her zikrettiğimde acibdir; yıldızları hatırlarım. Dolayısıyla yıldız mânâsına geldiğine inanırım, saklı kapılarımda. “Aziz, sıddık, fedakâr, metin, sarsılmaz...” ve birçok sıfat yakıştırırım sonuna. Evet, Zübeyir fedakârdır, Zübeyir metindir, Zübeyir dikkatlidir vesair... Ziver, bir gün aradığını bulmak ümidi ile çalar kapısını Bediüzaman’ın. Ağlamaklıdır gözleri, dilinden zor dökülür kelimeler zaten. Adını sorar Bediüzzaman, üç defa “Zübeyir hoş geldin” cevabını vereceğini ve yine üç defa “Ziver efendim” cevabını alacağını bile bile. Ziver anlamıştır artık, “kâinata değişilmeyecek biri” olmanın adı; Zübeyir’dir. Hz. Zübeyir... Çok şey anlatır bu isim, çok hüzün vardır içinde. İlk olmanın, fedakâr ve dâvâsına en ziyade sâdık kalmanın ağır yüküdür. Resulullah’a (asm) sadâkatin ilk kılıcıdır. Cennetle müjdelenmek nasıl bir huzur, kim bilebilir ki! Zübeyir, Hz. Zübeyir olmayı düşünmüş müdür bunca fitnenin, günahın arasında acaba? Fenâfil...