Ana içeriğe atla

Üç Duygu, Üç Meslek

Beşere saadeti getiren Kur’ân-ı Kerîm, iffet söz konusu olduğunda kadınların örtünmesi hakikatinden evvel mü’min erkeklere seslenerek onların göz kapaklarına hâkim olmasının daha mühim olduğunu ihtar etmektedir.1,2 Said Nursî’nin yaşadığı, yazının devamında zikredilecek iki hadiseden hareketle, İlahî bir emir olan “Mü’min erkeklere söyle gözlerini haramdan sakınsınlar” uyarısına mukabil, söz konusu sakınma eyleminin nasıl yapılabilirliğini çıkarabiliriz. İlmî meşguliyet ve devamında da hayvanî hislere geçit vermemek, biri birini gerektiren, getiren eylemler.
Said Nursî ilmî derinliğini daha da arttırmak için 19. Yüzyılın ahirinde zengin bir kütüphaneye sahip olan Van Valisi Ömer Paşa’nın evinde ikamet etmeye başlar. Aklını deha derecesinde kullanma kabiliyetinde olan Said Nursî, ilmî meşguliyetlerinin ziyadeliğinden dolayı yanı başında olan paşa kızlarını birbirinden ayıramamaktadır. 3
Said Nursî’nin hayatını nazarî bir bakış açısıyla dahi inceleyen her bir kişi bu hadiseyi tarih sayfaları içerisinde büyük bir ihtimalle okumuş ve böyle bir vakıa ile karşılaşınca çok şaşırmıştır. Said Nursî’nin soranlara; “İlmin izzetini muhafaza etmek beni baktırmıyor.”4 cevabını vermesi, ahir zaman asrının erkeklerine adeta bir ders niteliğindedir. Yaşadığı hayatın Risale-i Nur’a bir hazırlık safhası ve bir başlangıç niteliğinde olduğunu Barla yıllarında5 fark eden Said Nursî’nin hayatından çıkaracağımız onlarca dersten yalnızca biridir ilmin izzeti meselesi.
Malumunuz insanın üç duygu mertebesinden birisi kuvve-i şeheviyedir6. Söz konusu kuvveyi vasat mertebede kullanmamanın neticesinde âlemi fesada verecek bir netice doğabilir. Aslında insanı diğer varlıklardan ayıran en belirgin duygu mertebesidir kuvve-i şeheviye. Yani haram helâl dengesini kurabilmek. Bu dengenin adı da iffetle yaşamaktır. Dengesizliğin bir adı ifrat mertebe olan fücûr, diğeri de tefrit mertebe olan humuddur.
İffetin mücessem bir örneği olan Said Nursî, İstanbul yıllarında Haliç sularında kayıkla arkadaşları eşliğinde karşıdan karşıya geçerken bir imtihana tabi tutulur. Sahil boyunca dizilen Rum, Ermeni ve İstanbullu kadınlara bakmayan Said Nursî bu defa da imtihan eden arkadaşlarını çok şaşırtmıştır. Burada da “Lüzumsuz, geçici, günahlı zevklerin akıbeti elemler, teessüfler olmasından, istemiyorum.” 7cevabını veren Nursî, kuvve-i şeheviyesini (dünya zevklerine istek duygusu) de haram helâl sınırları içerisinde kullanmayı, yani iffet ile yaşamayı hayatına şiar edindiğini adeta hayatıyla ispat etmiştir.
İffet ile yaşamayı asrın bedi’sinden öğrenenlerin gayret, sebat ve takvasına mukabil ahir zamanın ahir dalalet fırkası da boş durmamakta, müstehcenliğe keza dinde haram kabul edilen her bir şeye yatırım yaparken, aslında kuvve-i şeheviyenin dengesini bozarak bir bakıma kuvve-i akliye8 ve kuvve’i gadabiye9ye de sirayet edip âlemi fesada, dağılmaya, bozulmaya ve insanın da bütün istidat ve kabiliyetlerini âdeme mahkûm etmeye odaklanmıştır. Neticede yediklerimiz, giydiklerimiz, baktıklarımız vesair hepsi ahir dalalet fırkalarının hedefindedir.
Nefsî çıkarımlar itibari ile ilmin ziyadeleşmesi ve hayvanî hislerin haram helâl dengesinde kullanılması gerektiği gibi afakî âlemde de mümin her bir erkeğin devlet kapısına göz dikmesinden ziyade; ahir dalalet fırkalarının her yere sirayetinden dolayı ve Said Nursî’nin uyarısı gereği sanata, ziraate, ticarete atılmaları gereklidir.10 Mümin her bir kadının da yine Nursî’nin ihtarıyla yuvalarına dönmeleri elzemdir.11
Dalalet fırkasının hedefindeki hayatlarımızı, durumun vehametinin anlaşılması adına basit bir örnek ile izah etmek gerekirse; mü’min kadınlara farz olan tesettür hakikatinin tesettür firmalarının eline düşmesi, tesettür firmalarının tesettürden ziyade müstehcenliğe hizmet ettiği gerçeği hepimizin malûmu. Hem, yuvalarına dönmeyen mü’min kadınların diğer hemcinslerine benzeyeyim derken ebedî âlemini hercümerce uğratacağı da aşikârdır.
Hâsılı kelâm; mü’min erkeklerin bir an önce gözlerini haramdan sakınmaları icab ediyor, yoksa haram helâl demeden namuslar ayaklar altında kalabilir. Hem ilmini ziyadeleştirmeyen her bir ahir zaman erkeği müstehcenlik gibi ahlaksızlıkların tuzağına düşmekten de kendisini alıkoyamayacağı açıktır. Ahir zamanda mü’min erkeklerin düştüğü bu vahim durum mü’min kadınları da felakete sürüklemektedir. Dolayısıyla mü’min kadınların bu fırtınadan kurtuluşunun yegâne çaresi, sığınakları ve adeta birer kaleleri hükmünde olan yuvalarına dönmeleridir. Öte yandan bir an önce devlet kapısına göz diken büyük ekseriyetin nazarlarını asıl vazifeleri olan sanata, ziraate ve ticarete çevirmeleri gerekmektedir. Kezâ sosyal bir varlık olan mü’min kendi yaşam alanlarını mü’mince düzenlemediği takdirde kendisi düşmese de gelecek nesil büyük bir tuzağa düşme tehlikesi ile karşı karşıya kalabilir.
Dipnotlar:
  1. Mü’min erkeklere söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını korusunlar. Bu davranış onlar için daha nezihtir. Şüphe yok ki, Allah onların yaptıklarından hakkıyla haberdardır. (Nur suresi, 30)
  2. Mü’min kadınlara da söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını korusunlar. (Yüz ve el gibi) görünen kısımlar müstesna, zînet (yer)lerini göstermesinler. Başörtülerini ta yakalarının üzerine kadar salsınlar… (Nur suresi, 31)
  3. Emirdağ Lahikası, Yeni Asya Neşriyat. s:229
  4. s:229
  5. Mektubat, Yeni Asya Neşriyat s:363
  6. İşaratü’l-İ’caz, Yeni Asya Neşriyat s:29
  7. Emirdağ Lahikası, Yeni Asya Neşriyat s:229
  8. İşaratü’l-İ’caz, Yeni Asya Neşriyat s:29
  9. s:29
  10. Münazarat, Yeni Asya Neşriyat s:79
  11. Sözler, Yeni Asya Neşriyat s:668

Yorumlar

en çok okunanlar

Attan İnememek!

Yolun buradan sonrasını yürüyerek devam edeceğiz... Yolcu yolunda gerek. Yol bazen düz, bazen yokuş, bazen taşlı... İnsan bir yolcudur; kabirden haşre, oradan ebedi istirahatgahına gidecek garip bir yolcu. Daha önce hiç tanımadığı insanları kalp cüzdanında saklayacak kadar bir acube-i hilkat! Farkında olmasakta zaman şeridinde her an yol alıyoruz. Bazen makamlar elde edip; at sırtında gidiyoruz, bazen makamları kaybedip eşek sırtına razı oluyoruz. Yolcusu kadar yolu da garip olan bu serüvende illede makam diye tutturanlar, asıl kaybedenler; işte onlar oluyor! Tüm zorluklara rağmen hayatın cehd ve gayret ile anlam kazanacağını “ bilen ademoğlu ” her vasıta değiştirdiğinde bitmek bilmeyen bir enerji ile yoluna devam ediyor. Sen yola devam et yol sana öğretir; ne kadarda hakikatli bir söz! Zahiren kadercilik gibi gelse de aslında insanın bu hayat serüveninde her şeyin dizginini elinde tutamayacağını anlatan veciz bir ifade. Bir garip dedi; attan inip ...

ASRI AHİR PARADOKSALINDAN ACİL ÇIKIŞ!

Dine düşman ehli dalâletin yol göstericisi şeytanın, en sevdiği hal müşevveşiyettir. Herbir şeyin karışık olması, tersyüz edilmesi, aradığını bulamama hali; enfusî ve afakî olarak sonun başlangıcı demektir. Taki insanın hedefe ulaştıracak bir yol göstericisi ve bir urvetil vuskası olmasın! Toplumlar nasıl karışır sorusunun cevabı, insanın kendi iç âleminde karışmış olmasında gizlidir. Toplum bilimciler ve ahlâkiyyunlar çok uzaklarda aradıkları sorunun cevabını evvellen kendilerine sorsalardı muhtemelen “kurunu vusta”da tedbir alma ve tedavi etme safhasına geçebilirlerdi. Başta bir diğer yol göstericilerden bahsetmiştik buna mukabil, insanın hayatta üzerine inşa ettiği/edebileceği bazı prensipleri tabiri ahsenle düsturları olması icap ediyor. Üzülerek ifade etmek gerekirse toplumun ekseri, düstur edinmek ve hayatına bir yön vermenin aksine -pazarda mal seçer gibi- rüzgâra göre gidenlere, sesi diğerlerine nazaran çok çıkanlara tabi olmayı marifet zannediyor. Bataklıktan çık...

Küfrü kesen tılsım!

Şefkat, karşılıksız sevgi anlamına gelmektedir. Aşktan daha keskindir. Keza aşk karşılık beklenen bir muhabbetin mukaddemesidir. Bu bağlam, şefkati aşktan daha keskin ve daha değerli kılmaktadır. Şehadet aleminde hava gibi, su gibi, hayat gibi vesaireler kadar şefkat de bol miktarda -anneler başta olmak üzere- sağanak sağanak yağdırılmıştır. Belki Cennette var olan ırmaklardan biri de şefkat akacaktır. Kim bilebilir ki? Su gibidir şefkat, girdi mi demirin içine, zamana bakar her şey, paramparça kesilir. Hava gibidir şefkat, nefes aldırır insana, hayat vesilesidir. Bediüzzaman o çok değerli tarikının hatvelerine şefkat etmek eylem ve durumunu da almıştır.   Kimbilir belki Bediüzzaman, Allah katında aciz ve fakir olan Nurun talebesinden tefekkür mesleğini şefkat ruhuyla yapmasını istemektedir. Problemli bir asırdayız. İnsanlığın yıldızları bile bu asrın dehşetli aktörlerinden havf etmişler. Allahümme ecirna min… demişler defaatle. Fırtınalı b...