Ana içeriğe atla

Tefsir İhtiyacı ve Sebepleri


Zaman bir müfessirdir. Toplumun yaşadığı hadiseler ve halden hale inkılabı da sırlı ve gizli hakikatleri ortaya çıkaracak keşşaf mesabesindedir. Efkârı amme yani kamuoyunu yetiştirecek ve hocalık yapacak o toplumun içinde bulunan ve umumca kabul görmüş âlimlerin ilmi görüşleri olacaktır. Zaman düzleminde bahsi geçen hakikatlerin birlikteliği yeni ihtiyaçlara hitap edecek cevaplara gebedir. Bu nokta-i zaviyede bu asra hitap edecek kıymetli bir tefsir ihtiyacı gündeme gelmektedir.


“Peki bu tefsir nasıl olacak?” sorusunun cevabı ise; Ezeli Kelama israiliyat yani, Yahudi ve Hristiyan dininden ihtida eden âlimlerin zamanla bulaştırdığı ve ne yazık ki; İslam âlemi tarafından bizdenmiş gibi görünün hurafelerden hakikatleri ayıklamakta gizlidir. Bahsi geçen ayıklamayı yapabilmek için “zamanımıza uygun olarak” her biri bir fende uzmanlaşmış tahkik ehli ulemalardan seçilmiş bir meclisin teşkili ile güzellik ve kemalatları içerisini alan bir tefsir yazmak gerekiyor.


Asrı ahir her şeyde meşvereti icab ettirdiği gibi hükmü bu konuda da caridir.


Buradan hareketle bahsi geçen özelliklerde bir tefsir ihtiyacının derinlerine nüfus etmek gerekiyor.


Peygamber Efendimiz (aleyhisselatü vesselam) ümmi olarak ümmi bir kavime yani, Arap Miletine gelmesi ile Necip Kavim olan Arapların anlayış ve rağbetleri Ezeli Kelam’ı anlamaya odaklandı. Bütün istidat ve kabiliyetleri ile bu yola kuvvet verdiler. Nazarlarını kâinata çevirdikleri zaman Kuran’ın hakikatlerine birer delil arayışı içerisinde oldular. Eğer, Peygamberi Zişan (SAV), o zaman Roma gibi kısmen medeniyet ile tanışmış bir topluma gelse idi; belki de bu netlik tam manası ile görünemeyecekti. Karanlığın zifiriye yaklaşması en ufak bir ışığın dahi şiddetini arttırması ve çorak toprakların suya susamışlığı bu büyük talim ve terbiyenin ana parametrelerini meydana çıkardı.


İslamiyet yeryüzüne yayılmaya başlaması ile birlikte diğer milletlerin kendileri ile beraber fikirleri de İslam toplumunun içerisinde yer bulmaya başladı. Hristiyan ve Yahudi âlimlerinin İslamiyet’in usulüne uygun hikâye ve temsilleri Müslümanlarda kabul gördü. İçerisinde barındırdığı hakikatler için kabul gören bahsi geçen hikâye ve rivayetler, içlerinde barındırdıkları hurafe ve mübalağalar -hakikat telakki edilmesi ile birlikte- bir müddet sonra şüphe kapılarını araladı.


Zahire aldananlar Ezeli Kelamı tefsir ederken tahrif olunan Hristiyan ve Yahudi dininin hikâye ve rivayetlerini nazara almaları Âlemi İslam’ı özünden uzaklaştırıp kışra yaklaştırdı ve tahribata sebep oldu. Hâlbuki Ezeli Kelamı tefsir edecek yine Kuran ve Sahih hadislerdir.


İncil ve Tevrat’ın hükümleri gibi kıssalarının da tahrif edilmesi, manaya kuvvet verecek ifadelerin manadan daha fazla ehemmiyet verilmesi, imkânatın vukuat ile karıştırılması ve mitoloji ve hurafelerin kaynağı olan felsefenin Necib Arap kavminin içine dahil olması fikirleri karıştırdığı gibi tahkikten taklide yol açtı.


Safi Arap dilinin muhafazası için bir kısım ulema bir takım kitaplar yazdığı gibi yazı boyunca zikrettiğimiz israiliyat meselesi hakkında da bir kısım ulema bir takım müzahrefattan İslamiyet’i temizlemek için uğraşmış; fakat tam manası ile muvaffak olamamışlardır. Ezeli Kelamı hurafelerle dolu felsefe ile izah etmeye çalışanlara karşı İmamı Gazali’nin dahi bir dizi çalışmaları meydandadır...


Kendi akıllarına güvenen bir kısım insanlar, zahire aldanıp, İsrailiyat ve felsefe ile Ezeli Kelamın birbirine yakın ifade ve tarzları var diyerek; hikayat, nakil ve felsefe ile Ezeli Kelamı açıklayabiliriz yanılgısına kapıldılar. Anlattıklarının ve ispat gayretlerinin neticesinde, ya nakilde boğuldular yada delile kaynaktan daha fazla değer vermeye başladılar. Ezeli Kelamın özü inci misali olduğu gibi kılıfı da incidir. Bu durum hakikati yorumlamanın da dahilde aranmasını icap ettirir.
Asıl mana; lafzın kulağa aktığı gibi zihne nüfus eder, vicdanı da istifadesiz bırakmaz ve fikir çiçeklerinin çıkacağı bereketli ve müsait zeminlerin ortaya çıkmasına yardımcı olur. Bu yol, Ezeli Kelamın tefsir edilmesinin tesirli ve selametli yoludur.


Bazı insanlar meşguliyetlerine binaen ve akıllarına güvenerek -Ezeli Kelamın manası budur- diye; kendi fikri ve ruhi hezeyanlarının kılıfını muhtaçlara ulaştırmaya çalışıyorlar ve açıkçası tamir değil tahrip ediyorlar. Nihayetinde ise bu çalışmaların ehli hakikat tarafından taklitten başka bir şey olmadığı zaten anlaşılıyor.


Bir zaman, bir bal hırsızı yabani arılara bir yer yapmış ve balının kaynağını soranlara onları gösteriyormuş. Yabani arılara hitaben de hadi bakalım vız vızlamak sizden ballar benden dermiş. Bahsi geçen taklit çalışmaları da bu hırsızlığa benzemektedir. Yalnız temsilde ki bal bizi yanıltmasın yapılan apaçık zehirdir ve arılar ise Kelamın Hakiki Sahibinin vahyidir.


Aşırıya kaçmak gevşekliğe sebep olduğundan yani ifrat tefriti doğurduğundan daha tehlikelidir. İfratla açılan bu hurafeler kapısı ehli tenkitin insafsız nazarında çok işlendi. Lakin, bir defineye hariçten giren silik bir para veyahut bir bostana dışarıdan giren çürük bir elma bütün define ve bostandan vazgeçmek ehli aklın karı değildir. Hakikate muhatap olunurken bu zaviyeden bakılmalıdır. Asra hitap eden tefsir çalışmalarına da bu çerçevede ele alınmalıdır.




Yorumlar

en çok okunanlar

Hatırlatmakta fayda var!

Mekânın, zamanın, boğazına kadar meşguliyetin, yetersizliğin, cehaletin vesair, bir çok sebebin neticesi; muhatap olduğumuz kardeşimize, abimize, bir tanıdığımıza meramımızı anlatamadan tartışmak, sinirlenmek, bağırıp çağırmak ve küsüp terk etmek oluyor. Bir mevzuyu izah etmek ve muhatabımızı ikna etmekten ziyade; üstün gelmek, mukalemede galip olmak arzusu bize hükmettiği için söylediklerimizi de tesirsizleştiriyor ve söyleyeceklerimizi de ya unutturuyor ya da daha sert üslûp cesedleri giydirerek işin içinden çıkılmaz bir hal aldırıyor. Oysa ne güzel söylemiş Asrın Bedisi; “Eğer bir meselenin münâzarasında kendi sözünün haklı çıktığına taraftar olup ve kendi haklı çıktığına sevinse ve hasmının haksız ve yanlış olduğuna memnun olsa, insafsızdır.” Hem zarar eder. Çünkü haklı çıktığı vakit, o münazarada bilmediği birşeyi öğrenmiyor. Belki gurur ihtimaliyle zarar edebilir. Eğer hak hasmının elinde çıksa, zararsız, bilmediği bir meseleyi öğrenip menfaattar olur, nefsin gururundan kurtulu...

Kuran Bir Bütündür

Ehli ilmin reçetesi ve bir tefsir mukaddemesi namında ki İslamiyet elmas kılıncına saykal vurmak için kaleme alınan Muhakemat adlı muhteşem eser üç bölümden müteşekkildir. Birinci bölümde; hakikatler nazarlara verilip adeta temeller ve kökler sağlamlaştırılırken, ikinci bölümde belagatin ince ve dakik ayrıntıları izah edilir. Üçüncü bölümde ise Kuran’ın ana esasları olan tevhit, peygamberlik, öldükten sonra tekrar yaratılma ve adalet mevzuları delilleri ile ispat edilirken derya içinde olduğunun farkında olmayanlara nispet edercesine uzak diyarlarda ki Japonların İslamiyet hakkında ki suallerine cevaplar sard edilir. Maksada ulaşmak adına giriş cümleleri mahiyetinde ki mukaddemelerden yardım istemek araştırmacı ve tahkik ehlinin adeta şiarıdır. İslam hakikatlerinin ne kadar yüksek olduğu malumunuz olması hasebiyle elbette o yüksek hakikatlere merdivenimizi dayayıp mukaddeme basamaklarından yukarı doğru tırmanmalıyız. Müzakere ettiğimiz Muhakemat eseri de bu yolu tercih etmişti...

Bir Başka Zübeyir

Zübeyir en sevdiğim isimlerden birisi... Bu adı her zikrettiğimde acibdir; yıldızları hatırlarım. Dolayısıyla yıldız mânâsına geldiğine inanırım, saklı kapılarımda. “Aziz, sıddık, fedakâr, metin, sarsılmaz...” ve birçok sıfat yakıştırırım sonuna. Evet, Zübeyir fedakârdır, Zübeyir metindir, Zübeyir dikkatlidir vesair... Ziver, bir gün aradığını bulmak ümidi ile çalar kapısını Bediüzaman’ın. Ağlamaklıdır gözleri, dilinden zor dökülür kelimeler zaten. Adını sorar Bediüzzaman, üç defa “Zübeyir hoş geldin” cevabını vereceğini ve yine üç defa “Ziver efendim” cevabını alacağını bile bile. Ziver anlamıştır artık, “kâinata değişilmeyecek biri” olmanın adı; Zübeyir’dir. Hz. Zübeyir... Çok şey anlatır bu isim, çok hüzün vardır içinde. İlk olmanın, fedakâr ve dâvâsına en ziyade sâdık kalmanın ağır yüküdür. Resulullah’a (asm) sadâkatin ilk kılıcıdır. Cennetle müjdelenmek nasıl bir huzur, kim bilebilir ki! Zübeyir, Hz. Zübeyir olmayı düşünmüş müdür bunca fitnenin, günahın arasında acaba? Fenâfil...