Ana içeriğe atla

Ölümdü Sayfa Sayfa Karşılaştıklarımız

Zamanın behrinde bir grup gönüldaşla beraber elimizdeki nurun hakikatlerinden istifade ve istifaza niyetiyle bir mübarek mekânda beraberdik.

Risale-i Nurun bağrında sakladığı nazlı hakikatleri çok iyi bilenlerle beraber, henüz tanışmış olanlar ve o solukla programa iştirak edenlerin de aramıza katılması bizleri memnun ve mesrur etmişti.

Okuyorduk; anlamaya, anlatmaya ve kâmetimiz miktarınca -günahtan bir nebze soyutlanmış mübarek mekânda- yaşamaya çalışıyorduk.

Okudukça değişenler nazarlarımıza çarparken, katarakt gibi yağan hakikatlerden sırılsıklam ıslanmayı en büyük maharet sayıyorduk. Meraklı olan merakını gidermek, yeni tanışan anlamadığı yerleri anlamak için soruyor, gavvas olanlar da derinlerden çıkardığı kıymetli parçaları bizlere takdim ediyordu.

Mükremin, genç ve Nur’un hakikatleri ile yeni tanışmış olarak aramızda olanlardandı. Günler ağır ağır ve dolu dolu akarken bir sohbet neticesinde hepimizi şaşırtan bir çıkış yaptı, genç ve yeni tanışmış kardeşimiz.

“Ağabey! Kaç gündür hep ölümden bahsediyoruz.”

Hakikaten geriye doğru yaptığımız muhasebede ölümün bu denli çok bahsi bizi de hayli şaşırtmıştı. Ölüm, Nur’un sayfalarının alâmet-i farikası gibiydi adeta.

Ölümdü; çekirdeğin neşv ü nema bulması için toprak altında çürümesi. Ölümdü; ihtiyarların artık yeter deyip, merakla beklediği. Ölümdü; hayatın sahibinin hakikî sahip olduğu. Ölümdü; şühedanın bir türlü farkına varamadığı. Ölümdü; kaderin takdiri, kudretin tasarrufu. Ölüm, ölüm, ölümdü işte sayfa sayfa karşılaştıklarımız.

Bu denli zikrin, bu denli muhatabiyetin neticesinde ölümü düşünmek vardı, tabiî olarak. İhlâs Risalesi’nde, ihlâsı kıran tul-î emel, yani dünyada ebedî yaşayacağım yanılgısı olduğu gibi, riyayı kıran, ihlâsa sevk eden de rabıta-i mevt yani ölümü düşünmek olduğunu tefekkür ediyoruz. Buradan hareketle, ölümü düşünmek ne kadar ziyadeleşirse ihlâsın derecesi de o nispette kıymet alacaktı. Bediüzzaman’ın ölümü düşünmeyi bahsi geçen Risalede tafsilatlı bir şekilde anlatmasının sebebini şimdi daha iyi anlayabiliyorum. Kezalik nurun sayfaları ölüm tefekkürünü heybesine doldurmuş, muhatap olacak, ders alacak, ihlâs olacak adamlar aramakta.

Müsbeti nazara veren bir vasıtanın hademeleri olarak muhatap olduğumuz ölüm hakikatinin de Nur’un sayfaları arasında nimet ve güzellik cihetlerini ziyadesi ile müşahede ediyoruz.

Temelde vücud mertebelerindeki sevkiyatın bir basamağı olan ölüm, iman hakikatlerini anlamanın, dolayısıyla saadet diyarına ulaşmanın bir vasıtası olduğunu anlıyoruz. Kişinin heybesinde ne varsa size onu sunacaktır elbette. Ekmek gibi, hava gibi, su gibi ihtiyaç duyduğumuz iman hakikatlerininde ölümle adeta ziynetlendirilmesi bizlerin ihlâsı, samimiyeti, sebatı, metaneti ve sair kıymetleri dost ve akaribimize ikram etmemize sevk ediyor. Mükremin ismine yakışır şekilde bize bu güzel tefekkürü ikram etmişti. Biz de bahsi geçenleri heybemize doldurarak ikram etmeyi arzu ettik.

Yorumlar

en çok okunanlar

Elmas ile Kömür Farkı

Nurun müellifi, asrın bedîsi acibdir; Nurun satırlarında imtihan sırrını izah ederken elmas ile kömür ikilisini kullanır. Sathî bir nazarla, birbirine benzeyen insanoğlu aslında imtihan sırrı gereği birbirinden tefrik edilir. Sıralamalar belirlenir, hediyeler verilir, sonuçlar açıklanır, kazanana mükâfat verilirken, kaybeden mücâzata çarptırılır. Tabiri diğerle Ebubekirler Ebucehillerden ayrılır. Tabiri bir diğerle, elmasla kömür belli olur. Peki nedir bu elmasla kömür farkı? Niçin, başka madenler değil de, bu cevherler nazara sunulmuş? Klasik yaklaşımda elmas ve kömür aynı maddeden müteşekkil olmasına rağmen, atomlarındaki diziliş farklı olması kıymetinde uçurumlar barındırmasına sebep olmuştur. Beşerde bahsi geçen maddeler gibi yapısı aynıdır. Topraktan yaratılmıştır ve aynı zamanda nevî insan etten ve kemikten ibarettir. Beşerin kıymetinin ortaya çıkması için nasıl imtihan gerekiyorsa; elmasın da elmas olabilmesi için sıkıştırılması gerekiyor. Velhasıl; imtihan ve sıkıştırılma bir

Küfre Yardım ve Yataklık

İmanı hakkal yakin mertebesine çıkarma ve imanları takviye etme çalışmalarının geneline iman hizmeti denilir. Dolayısıyla hizmet ediyorum tabiri, imanın cereyanında olanlar tarafından dillendirildiğinde bahsi geçen mânâ akla gelmelidir. Şimdilerde hizmet etme telâffuzunun altı boşaltılmaya çalışılsa da hiç olmazsa bizler, Risale-i Nur müntesibleri olarak, bu kavramı koruma derdinde olmalıyız. Bu kısa izahattan sonra temelini doğru anladığımız binanın başka bir mevzuuna giriş yapabiliriz. Hizmet zamanların da nefsini atıl bırakmak, geri planda kalmak, tembellik etmek, bananecilik tavrı sergilemek… Diğer bir ifade ile ücret ve mükâfat zamanlarında; yani menfaatin dağıtılma zili çaldığında en ileride olmak, “ben buradayım” demek, rekabet içerisine girmek… Düşünün ki bu para olabilir, makam olabilir, herhangi bir lezzet olabilir...! Bediüzzaman, bu garip hali dalâlet olarak tanımlar. Yoldan çıkmak mânâsına gelen bu ifadeyi, iman cereyanından sapmak olarak anlarsak h

Küfrü kesen tılsım!

Şefkat, karşılıksız sevgi anlamına gelmektedir. Aşktan daha keskindir. Keza aşk karşılık beklenen bir muhabbetin mukaddemesidir. Bu bağlam, şefkati aşktan daha keskin ve daha değerli kılmaktadır. Şehadet aleminde hava gibi, su gibi, hayat gibi vesaireler kadar şefkat de bol miktarda -anneler başta olmak üzere- sağanak sağanak yağdırılmıştır. Belki Cennette var olan ırmaklardan biri de şefkat akacaktır. Kim bilebilir ki? Su gibidir şefkat, girdi mi demirin içine, zamana bakar her şey, paramparça kesilir. Hava gibidir şefkat, nefes aldırır insana, hayat vesilesidir. Bediüzzaman o çok değerli tarikının hatvelerine şefkat etmek eylem ve durumunu da almıştır.   Kimbilir belki Bediüzzaman, Allah katında aciz ve fakir olan Nurun talebesinden tefekkür mesleğini şefkat ruhuyla yapmasını istemektedir. Problemli bir asırdayız. İnsanlığın yıldızları bile bu asrın dehşetli aktörlerinden havf etmişler. Allahümme ecirna min… demişler defaatle. Fırtınalı bir asrın,