Ana içeriğe atla

İnşa Hareketi


Hayatı anlamlandırma sürecinde kesretten vahdete akan bir yol takip edilmesi gerekiyor. Bire ulaşma hedefinden sapmak kesrette boğulmaya, zihinde müşevveşiyete ve ahiri ateşle temizlenmeye kadar varıyor.

Bahsi geçen serüvende kırk yıllık tahsilinde dört kelimeye vasıl olduğunu söyleyen Bediüzzaman mühim dörtlünün adlarını da şöyle zikrediyor. Manayı harfi, manayı ismi, nazar ve niyet. Sanattan sanatkara ulaşırken, Rabbi Rahimi ararken, başa gelen musibet ve hastalıklara, eza ve cefalara sabırla mukabele ederken hep bu dört denklemi işletiyor tabiri caizse. Ne gariptir ki Kuranın esasları da tevhid, nübüvvet, haşir ve ubudiyet/adalet olarak dört sayısına ulaşıyor. Akılda ister istemez aradaki bağları sorguluyor!

Komprike ve girift bir hayattan birliğe ulaşmak ve bu serüvende bu dört denklemi kullanabilmek son derece muazzam bir mesele. İşlenen bu sistem en zor şartlarda bile metaneti ve istikameti sağlaması ve hayatın içinden çıkılmaz bir hal aldığı zamanlarda çözüm sunabilmesi ise Bediüzzamanın sergüzeşti hayatı ispat etmekte. Buradan hareketle de peygamberi bir metot uygulandığı sonucuna varılabilir.

Bir bahçeye girmek misali hayat. Güzel ve çirkin, tertemiz ve murdar şeyler beraber sunuluyor gibi. İmtihan gereği biribirine karıştırılmış halde sunulanları ayrıştırma vazifesi insanın omuzuna bırakılıyor. Güzel şeylerle ilgilenmek, akıllı davranmak sıkıntıyı minimuma indirdiği gibi çekilecek bir sıkıntı varsa da onda rahmetin izlerini ve hikmetin şualarını temaşa ettiriyor. Her şeyin iyisine bak kaidesi, nihayetinde  nazar terapisinin de temelini atıyor.

Nazarını çirkin ve murdar şeylerle meşgul edenler resmin tamamını görmekten bigane kalıyorlar. Midesi bulanan bir insanın en leziz yemekleri tiksinircesine reddetmesi misali akıl, kalp vesair midelerini yanlış nazarla bulandıran insan da paha biçilemez hayat nimetini elinin tersi ile terk ediyor, hafif görüyor, kıymet bilmiyor.

Hayat denilen serüvende önümüze serilen türlü türlü nimetleri yeniden incelemeye, temaşa etmeye, yeri geldiğinde şükür secdelerini kaza etmeye ne kadar hazırız. En çok dert yandığımız hastalıkların, musibetlerin hatta ölümlerin dahi ne kadar güzellikler barındırdığı geç kalmış nazarlarımıza çarpabiliyor mu? Ey nefsim aklını başına al, yolda dağıttığın kalbini bir an evvel topla ve iman gözlüğünü tak, nihayet kendine çeki düzen ver. Hayat gömleğinin sahibi senin üzerinde emaneten verdiği bu gömleği istediği gibi kesip biçme hakkına sahip olduğunu fark et!

Tadat etmekle sonsuza ulaşacak nimet listesini vahdete yaklaştırmak adına şu hakikatler bu yazımıza bir hatime olabilir; “Ey insan-ı müştekî! Sen mâdum kalmadın, vücut nimetini giydin, hayatı tattın, câmid kalmadın, hayvan olmadın, İslâmiyet nimetini buldun, dalâlette kalmadın, sıhhat ve selâmet nimetini gördün, ve hâkezâ...”(Mektubat, 1. makam, 1. remiz)

Yorumlar

en çok okunanlar

Hatırlatmakta fayda var!

Mekânın, zamanın, boğazına kadar meşguliyetin, yetersizliğin, cehaletin vesair, bir çok sebebin neticesi; muhatap olduğumuz kardeşimize, abimize, bir tanıdığımıza meramımızı anlatamadan tartışmak, sinirlenmek, bağırıp çağırmak ve küsüp terk etmek oluyor. Bir mevzuyu izah etmek ve muhatabımızı ikna etmekten ziyade; üstün gelmek, mukalemede galip olmak arzusu bize hükmettiği için söylediklerimizi de tesirsizleştiriyor ve söyleyeceklerimizi de ya unutturuyor ya da daha sert üslûp cesedleri giydirerek işin içinden çıkılmaz bir hal aldırıyor. Oysa ne güzel söylemiş Asrın Bedisi; “Eğer bir meselenin münâzarasında kendi sözünün haklı çıktığına taraftar olup ve kendi haklı çıktığına sevinse ve hasmının haksız ve yanlış olduğuna memnun olsa, insafsızdır.” Hem zarar eder. Çünkü haklı çıktığı vakit, o münazarada bilmediği birşeyi öğrenmiyor. Belki gurur ihtimaliyle zarar edebilir. Eğer hak hasmının elinde çıksa, zararsız, bilmediği bir meseleyi öğrenip menfaattar olur, nefsin gururundan kurtulu...

Kuran Bir Bütündür

Ehli ilmin reçetesi ve bir tefsir mukaddemesi namında ki İslamiyet elmas kılıncına saykal vurmak için kaleme alınan Muhakemat adlı muhteşem eser üç bölümden müteşekkildir. Birinci bölümde; hakikatler nazarlara verilip adeta temeller ve kökler sağlamlaştırılırken, ikinci bölümde belagatin ince ve dakik ayrıntıları izah edilir. Üçüncü bölümde ise Kuran’ın ana esasları olan tevhit, peygamberlik, öldükten sonra tekrar yaratılma ve adalet mevzuları delilleri ile ispat edilirken derya içinde olduğunun farkında olmayanlara nispet edercesine uzak diyarlarda ki Japonların İslamiyet hakkında ki suallerine cevaplar sard edilir. Maksada ulaşmak adına giriş cümleleri mahiyetinde ki mukaddemelerden yardım istemek araştırmacı ve tahkik ehlinin adeta şiarıdır. İslam hakikatlerinin ne kadar yüksek olduğu malumunuz olması hasebiyle elbette o yüksek hakikatlere merdivenimizi dayayıp mukaddeme basamaklarından yukarı doğru tırmanmalıyız. Müzakere ettiğimiz Muhakemat eseri de bu yolu tercih etmişti...

Bir Başka Zübeyir

Zübeyir en sevdiğim isimlerden birisi... Bu adı her zikrettiğimde acibdir; yıldızları hatırlarım. Dolayısıyla yıldız mânâsına geldiğine inanırım, saklı kapılarımda. “Aziz, sıddık, fedakâr, metin, sarsılmaz...” ve birçok sıfat yakıştırırım sonuna. Evet, Zübeyir fedakârdır, Zübeyir metindir, Zübeyir dikkatlidir vesair... Ziver, bir gün aradığını bulmak ümidi ile çalar kapısını Bediüzaman’ın. Ağlamaklıdır gözleri, dilinden zor dökülür kelimeler zaten. Adını sorar Bediüzzaman, üç defa “Zübeyir hoş geldin” cevabını vereceğini ve yine üç defa “Ziver efendim” cevabını alacağını bile bile. Ziver anlamıştır artık, “kâinata değişilmeyecek biri” olmanın adı; Zübeyir’dir. Hz. Zübeyir... Çok şey anlatır bu isim, çok hüzün vardır içinde. İlk olmanın, fedakâr ve dâvâsına en ziyade sâdık kalmanın ağır yüküdür. Resulullah’a (asm) sadâkatin ilk kılıcıdır. Cennetle müjdelenmek nasıl bir huzur, kim bilebilir ki! Zübeyir, Hz. Zübeyir olmayı düşünmüş müdür bunca fitnenin, günahın arasında acaba? Fenâfil...