Ana içeriğe atla

Hatırlatmakta fayda var!

Mekânın, zamanın, boğazına kadar meşguliyetin, yetersizliğin, cehaletin vesair, bir çok sebebin neticesi; muhatap olduğumuz kardeşimize, abimize, bir tanıdığımıza meramımızı anlatamadan tartışmak, sinirlenmek, bağırıp çağırmak ve küsüp terk etmek oluyor.

Bir mevzuyu izah etmek ve muhatabımızı ikna etmekten ziyade; üstün gelmek, mukalemede galip olmak arzusu bize hükmettiği için söylediklerimizi de tesirsizleştiriyor ve söyleyeceklerimizi de ya unutturuyor ya da daha sert üslûp cesedleri giydirerek işin içinden çıkılmaz bir hal aldırıyor. Oysa ne güzel söylemiş Asrın Bedisi;

“Eğer bir meselenin münâzarasında kendi sözünün haklı çıktığına taraftar olup ve kendi haklı çıktığına sevinse ve hasmının haksız ve yanlış olduğuna memnun olsa, insafsızdır.” Hem zarar eder. Çünkü haklı çıktığı vakit, o münazarada bilmediği birşeyi öğrenmiyor. Belki gurur ihtimaliyle zarar edebilir. Eğer hak hasmının elinde çıksa, zararsız, bilmediği bir meseleyi öğrenip menfaattar olur, nefsin gururundan kurtulur. Demek insaflı hakperest, hakkın hatırı için nefsin hatırını kırıyor. Hasmının elinde hakkı görse, yine rıza ile kabul edip taraftar çıkar, memnun olur.”1

İşte bu düsturu; din, hakikat, tarikat ve ilim müntesipleri hareket noktası belirleseler, tam ihlâsı kazanmaları muhakkak olacaktır.

Niyetimizin halis olmayışı, ibadetin ruhu olduğu gibi kelâmında ruhu sayabileceğimiz tam ihlâsı elde edemeyişimiz, maalesef bizi bu hallere giriftar ediyor. Herhangi bir konuda münâzaraya tutuştuğumuz bir yakınımızı, benim fikirlerim galip gelsinden ziyade; hakkı bulalım da gerisi mühim değil tarzında yaklaşmak en doğru tercih olarak hatırlayacağımız bir yerde dursun. Muhatapla olan konuşma nihayete erdiğinde bir de tesir ziyadeleşsin diye duâ etmek bizleri bambaşka manalara alıp götüreceğinden hiç şüphemiz olmasın.

“Sizden biriniz, kendisi için arzu edip istediği şeyi, din kardeşi için de arzu edip istemedikçe, gerçek anlamda iman etmiş olmaz.”2 hadis-i mucibince davranan ümmet; elbette aralarında münakaşalardan ziyade yepyeni manalara yelken açacaktır. Bahsi geçen hadisi maddede demirleyen zihnimiz; kelâmda derinleştirerek daha tesirli ve daha çok kullanılabilir alan sağlaması, üzerinde kafa yorulması gereken bir mesele. Nitekim, Allah’ın her kulunun maddî bir varlık arzusu geniş olmasada dostlarla edecek bir çok çift kelâmı, anlatacak birçok meramı vardır bundan emin olabilirsiniz.

Zamanı ahirin çocukları olan bizler çok dehşetli ve insan nevinin yıldızları olan sahabelerin bile tehlikesinden muhafazasını istedikleri bir asırda yaşadığımızı unutmamalıyız. Mü’min iki dudağı ve iki bacağının arasındakileri muhafaza etmesini çok iyi bilmeli.3 Hadislerle de tahattur edilen bu hakikate zamanı ahirin dalâlet ehilleri nasıl saldırıyor ve nasıl köşe başlarında bekliyor mü’min olarak hepimiz gayet net görebiliyoruz.

Bir şey kaldı ki, bu da en mühimlerinden “Kişiye, yalan olarak, her duyduğunu anlatması yeter!”4 Kelâmın ziyadesi ile kullanıldığı bir zaman diliminde, paylaşacağımız herhangi bir meseleyi bu ihtara uyarak paylaşmalı ve bilinmelidir ki bahsi geçen konu hakkında detaylı bir kaynak araştırması yapmak her müminin üzerinde bir borç olarak yüklenmektedir.

Dipnotlar:

1. Lemalar s;169, Yeni Asya Neş.

2. Buhari, İman 7.

3. “Kim bana, iki çene ve apış arası mevzuunda söz verir kefil olursa, ben de ona Cennet için kefil olurum.”([Buhârî, Rikak 23).

4. Ebû Hureyre radıyallahu anh. Müslim.

Yorumlar

en çok okunanlar

Kuran Bir Bütündür

Ehli ilmin reçetesi ve bir tefsir mukaddemesi namında ki İslamiyet elmas kılıncına saykal vurmak için kaleme alınan Muhakemat adlı muhteşem eser üç bölümden müteşekkildir. Birinci bölümde; hakikatler nazarlara verilip adeta temeller ve kökler sağlamlaştırılırken, ikinci bölümde belagatin ince ve dakik ayrıntıları izah edilir. Üçüncü bölümde ise Kuran’ın ana esasları olan tevhit, peygamberlik, öldükten sonra tekrar yaratılma ve adalet mevzuları delilleri ile ispat edilirken derya içinde olduğunun farkında olmayanlara nispet edercesine uzak diyarlarda ki Japonların İslamiyet hakkında ki suallerine cevaplar sard edilir. Maksada ulaşmak adına giriş cümleleri mahiyetinde ki mukaddemelerden yardım istemek araştırmacı ve tahkik ehlinin adeta şiarıdır. İslam hakikatlerinin ne kadar yüksek olduğu malumunuz olması hasebiyle elbette o yüksek hakikatlere merdivenimizi dayayıp mukaddeme basamaklarından yukarı doğru tırmanmalıyız. Müzakere ettiğimiz Muhakemat eseri de bu yolu tercih etmişti...

Bir Başka Zübeyir

Zübeyir en sevdiğim isimlerden birisi... Bu adı her zikrettiğimde acibdir; yıldızları hatırlarım. Dolayısıyla yıldız mânâsına geldiğine inanırım, saklı kapılarımda. “Aziz, sıddık, fedakâr, metin, sarsılmaz...” ve birçok sıfat yakıştırırım sonuna. Evet, Zübeyir fedakârdır, Zübeyir metindir, Zübeyir dikkatlidir vesair... Ziver, bir gün aradığını bulmak ümidi ile çalar kapısını Bediüzaman’ın. Ağlamaklıdır gözleri, dilinden zor dökülür kelimeler zaten. Adını sorar Bediüzzaman, üç defa “Zübeyir hoş geldin” cevabını vereceğini ve yine üç defa “Ziver efendim” cevabını alacağını bile bile. Ziver anlamıştır artık, “kâinata değişilmeyecek biri” olmanın adı; Zübeyir’dir. Hz. Zübeyir... Çok şey anlatır bu isim, çok hüzün vardır içinde. İlk olmanın, fedakâr ve dâvâsına en ziyade sâdık kalmanın ağır yüküdür. Resulullah’a (asm) sadâkatin ilk kılıcıdır. Cennetle müjdelenmek nasıl bir huzur, kim bilebilir ki! Zübeyir, Hz. Zübeyir olmayı düşünmüş müdür bunca fitnenin, günahın arasında acaba? Fenâfil...