Ana içeriğe atla

Adalet ve İsmi Adl Tefekkürü

Adalet, ezeli kelamın dört ana esasından birisidir.1 Rabbimizin Adl ismine tekâbül etmektedir.

Adl ismi kudsisi Nur Risalelerinde İsmi Azamı taşıyan altı isimden biri olarak 30. Lema’da yerini almıştır. Ezeli kelâmın her bir âyetinde adalet esasını bulabileceğimiz gibi Nur Risalelerinin de her bir parçasında –ezeli kelâmın bu zamanda manevî bir mu’cizesi ve tefsiri olması hasebiyle- adalet hakikatinin varlığına şahidiz, denilebilir.

Hicr Sûresinin 21. âyeti2 Adalet hakikatinin tanımı olarak kabul edilebilir. Her şeyi belirli bir miktar ile indirme ve o miktarı indirenin hikmetli, iktisadlı, nezafetli vesair sıfatları üzerinde taşıyan “bir Zat” olarak kabul ettiğimizde adalet üzerinde kapalı zihin kapılarımız yavaş yavaş açılmaya başlamış olacaktır.

Adalet hakikati düşünüldüğünde, adalet-i mahza, adalet-i izafiye, Hz. Ömer (ra), Hz. Ali (ra), büyük suçların büyük mahkemelerde, küçük suçların küçük mahkemelerde görülmesi, ezeli kelâmın kanunî esasileri olan “Hiçbir günahkâr başkasının günahını yüklenmez”3, “Mü’minler kardeştirler”4, “Allah’ın dinine ve Kur’ân’a sımsıkı sarılın”5, “İhtilâfa düşmeyin; sonra cesaretiniz kırılır, kuvvetiniz de elden gider”6 vesair âyeti kerimeler ve bu asra bakan adaletsizlikler, insanoğlunun zulümleri ve kaderin adaleti hakkında bir çok temalı yazılar yazılabilir. Biz bahsi geçen konuları başka başka yazılara havale ederek bu yazımızda Rabbimizin Adl isminden kâinatın üç “âlemine” yansıyan adaleti üzerinde duracağız.

Yaşadığımız zamanı mekân olarak bir saray kabul edersek; bu sarayın içinde insan denilen şehrinde, dünya denilen memleketinde, kâinat denilen âleminde adalet hakikatini daha iyi gözlemleyebilir ve anlayabiliriz.

Hiç şüphesiz; Rabbi Rahimin muhteşem sarayının her bir “âlemine” dikkatli nazar ettiğimizde bir dengenin, bir ölçünün ve bahsi geçen ölçüyü yapan “bir Zat”ın olduğunu müşahede ediyoruz. Kesin olan şu ki; “bir Zat” bütün sarayın her bir yerini aynı anda görüp tasarruf ediyor. Zira, halden hale geçişler, gelir ve giderlerin bu derece dengesi; sebeplere, tesadüfe ve tabiata yüklenemeyecek kadar ağır bir sorumlulukla burun burunayız anlamına geliyor.

İnsan denilen şehre dikkatle baktığımızda; “hücrelerine atfedilen!” beslenme, solunum, dolaşım, boşaltım, sindirim, üreme, büyüme, gelişme, gibi faaliyetler belirli bir miktar ile hükmedildiğini gösteriyor. Kanındaki ak ve alyuvarlardan, zerrelerindeki halden hale geçiş ve bedenindeki organların uygunluğuna kadar adaletin ve İsm’i Adl’ın varlığını kör olan gözlere de gösteriyor. Yeter ki; kalbi zulmette olmasın.

Dünya denilen memlekete nazarı dikkatimizi çevirdiğimizde ise denizlerin bir ölçü ile yerinde durması ve ondan ayrılıp yine ona katılanların dengesi; hakeza çayların, ırmakların, derelerin, göllerin… yer altında ki suların gelir ve sarfiyatları, hayvanların ve bitkilerin doğum ve ölümleri ve mevsimler bayrak yarışındayken gelen ve gidenlerin bu derece dengede olması adalet hakikatini ve İsm’i Adl’ın tecellilerini bizlere müşahede ettiriyor. Bütün canlıların ihtiyaçlarının belirli bir miktar ile verilmesi nazarlarımızı daha da netleştirip, adaletin kapsama alanında manevî irtibatımızı şiddetlendiriyor.

Kâinat denilen şu âleme dikkatle baktığımızda da yıldızların hareketlerinden, fezada ki ölümler ve yeni yeni hayatlara, nur ve zulmetin birbiri ile mücadelesine kadar hadsiz derecede hassas ölçülerle yapılıyor ki; nazarımız tam göremiyor, aklımız tam alamıyor. Öyle bir adalet ile hükmediliyor ki insanoğlu astronomi ilminde bu derece yükselmesine rağmen ve bütün imkânlarını kullanmasına rağmen denizde bir damlayı ancak görebiliyor. Ne mutlu o damlada denizi görebilenlere! Güneş sistemindeki hareketlilik ve belirli bir dengede ki; hızları, duruşları, yörüngeleri vesair halleri bahsi geçen damlaya bir misal sayılabilir.

Âlemdeki tasarrufattan anlıyoruz ki; ezeli kelâmın cisim giydirilmiş bir hali olan kâinat böylesine büyük âyetleri ile adaleti ve İsm’i Adl’ın varlığını ispat ediyor. Ezeli kelâm ve kâinat arasındaki münasebet ve uyumluluk dolayısıyla; ezeli kelâm’ın dört esasının kâinatta da cari olduğunu gösteriyor. O zaman diyebiliriz ki, adalet kâinatı adeta istilâ etmiştir. Sair üç sütunla beraber Adalet hakikati adeta kâinatı ayakta tutmaktadır.

Dipnotlar:

1. İşaratü-l İcaz, s. 18 (Tevhid, Nübüvvet, Haşir)

2. Hiçbir şey yoktur ki; hazineleri bizim yanımızda olmasın. Her şeyi biz belirli bir miktar ile indiririz. (Hucurat Sûresi, 21)

3. Enam Sûresi, 164.

4. Hucurat Sûresi, 10.

5. Ali İmran Sûresi, 103.

6. Enfal Sûresi, 46.

Yorumlar

en çok okunanlar

Attan İnememek!

Yolun buradan sonrasını yürüyerek devam edeceğiz... Yolcu yolunda gerek. Yol bazen düz, bazen yokuş, bazen taşlı... İnsan bir yolcudur; kabirden haşre, oradan ebedi istirahatgahına gidecek garip bir yolcu. Daha önce hiç tanımadığı insanları kalp cüzdanında saklayacak kadar bir acube-i hilkat! Farkında olmasakta zaman şeridinde her an yol alıyoruz. Bazen makamlar elde edip; at sırtında gidiyoruz, bazen makamları kaybedip eşek sırtına razı oluyoruz. Yolcusu kadar yolu da garip olan bu serüvende illede makam diye tutturanlar, asıl kaybedenler; işte onlar oluyor! Tüm zorluklara rağmen hayatın cehd ve gayret ile anlam kazanacağını “ bilen ademoğlu ” her vasıta değiştirdiğinde bitmek bilmeyen bir enerji ile yoluna devam ediyor. Sen yola devam et yol sana öğretir; ne kadarda hakikatli bir söz! Zahiren kadercilik gibi gelse de aslında insanın bu hayat serüveninde her şeyin dizginini elinde tutamayacağını anlatan veciz bir ifade. Bir garip dedi; attan inip ...

Kim Kazanacak!

Dünya hızlı bir maratonun son metrelerinde gibi hareket ediyor. İnsanlık bu hengâmede ya İslamiyet’e koşuyor ya da kıyamete. Son demde yaşananlar; nezafeti öncelemeler, birbirinin halinden anlamalar, yaptığı yanlışlardan dolayı üzgün olduğunu ifade etmeler yaşanılan hadiselerden ders alınıyor oluşunun tezahürü elbette. Öyle herkesin bu hesaplaşmaya gireceğini elbette kimse beklemiyor; zira biz biliyoruz ki, toplumun yüzde sekseni ehli tahkik değil. Değil ama tahkik olmayanların önemli bir zaafı var, onlara vicdanlarından tevarüs eden.  Ehli tahkik olan, olayları doğru ve istikametli analiz edenlerin peşinden gitme gayreti. Bu gayret özellikle bu zamanda umut vadediyor. İstikbalde en yüksek gür seda İslamiyet’in olacak sözü tahakkuk ediyor dersek hiçte yanılmış olmayız. Elbette uzaklarda bir yerlerde birileri menhus ruhunu yaymak için çeşitli planlar çeviriyor ama tuzak kuranların en hayırlısı Rabbi Rahim itikadı içinde olanlar; kâinatı velveleye veren hadisat...

BAŞKASININ GÜNAHINA GÜLENLER…

Kadınlar bizim baş tacımız. Elbette bu âlemde güzellik ve sanatın, hüsün ve cemalin en belirgin misalleridir onlar. Dolayısıyla bizim için -biraz sloganvari olacak ama- dünya kadınlar günü bir gün değil her gündür. Toplumlar kadının kıymetini bildiği ölçüde değer kazanırlar. Zira toplumu inşa eden en sağlam karakter hiç şüphesiz annelerdir. Değer biçme meselesi çok tartışamaya açık bir ifade olduğu için kadına mutlak hürriyeti rüşvet veren ahir zaman sapmış cereyanlarına inat kadının değerinin evinde olduğunu ve yine evinde anlaşılacağını şuraya not düşmek gerekiyor.  Yine de dünya kadınlar gününün şefkat kahramanları cenahını tebrik etmekle beraber; bugünün nasıl çevreler tarafından deruhte edildiğini anlamak için yapılan yürüyüş ve kutlamalara bakmak yeterli olacaktır. Siyasi gerilimin had safhada olduğu bir zamanda böyle kitlesel hareketin zaten tozdan nem kapan bir gurup tarafından alet edileceği, beni şaşırtmadı desem yeridir. Daha evvel yazılarımda da belirttiğim ...