Ana içeriğe atla

İmandan Ehad’e yolculuk



Allah vardır ve birdir. Zira mutlak bir ilim ve mutlak bir irade ve mutlak bir kudret elbette ve elbette birliği netice verir. İtikad yolculuğunda kalpleri tevhide ulaştırır.

Tevhid, Rabb-i Rahimin birliğini ifade etse de mahiyet olarak vahdet ve ehadiyeti merkezinde taşır. İmanın mahalli olan kalpde vahdet ve ehadiyeti taşıdıkça hakikî iman etmiş demektir. Zira neticeyi elinde tutan, silsileyede bir cihetle sahiptir diyebiliriz. Vahdette Rabbi Rahimin, masivasına küllî bir terbiye varken (yani yaratılanların tür tür idare edilmesi)  ehadiyette birebir ve en ince arzu ve isteklerine mukabil bir muhatabiyet söz konusudur. Yani Rabb-i Rahim insanoğluna kalblerini vermekle beraber,  her kalbin gizli hatıratını işitecek bir ilgi ve alâkadan da berî değildir.

İman son derece ehemmiyetli bir mevzu binaenaleyh Üstad Bediüzzaman imana tahşidat yapmıştır. Akıl ve kalp zaman-ı âhirde o kadar boş ve malayâni meşguliyetlerde kendini kaybetmektedir ki; her köşe başında imanı hatırlatan dolayısıyla Rabb-i Rahimi ve onun tevhidini hatırlatan bir yön levhası lazımdır. Kozmik şehadetin ahirinde teslimi Allahtan başkasına veremeyen akıl, ne yazık ki; iş parçaya ve cüze indikçe ve hususan güncel hayatına yaklaştıkça asıl sahibin hakkını sebep, tabiat ve ben’lere dağıtmaktadır. Keza (kendi malı olmadığı için her halde) bu dağıtımda pek de hoyrattır. Oysa birisi bizim olan en ufak bir mala, bizden izinsiz, en ufak bir müdahalesine nasıl da kızarız öyle değil mi? Gerisini akla havale edelim.

Misal; bir şehre büyük bir hazine gelse ve sahibi sual edilse, gözler sultanı arayacaktır. Zira olsa olsa bu hazine sultanın olabilir. Böylesine büyük ve san’atlı ve ziynetli bir hazinenin sahibi sultan olsa da hazine parçalarının her birinde sultanın mührünü göremeyen sathî nazarlar hırsızlara dâvetiye çıkarır. Bu hırsızlığı önlemenin en iyi yolu hazine parçalarının üzerindeki mühürleri görebilmekten geçiyor. Misalden hakikate geçerken şu kâinat hazinesinin her bir parçasında Rabb-i Rahimin tevhid mührünü görmek ortaklık dâvâ ettirilen herbir sebep ve tabiat ve ben’e, okkalı bir tokattır.Hırsız malını ortakları ile paylaşmaya mecburdur. Ben’e dâvetiye çıkaran herbir ferde Rabb-i Rahimin tahtına müdahale ederken, ortakları olan kör sebep ve sağır tabiata taksimat yapmak mecburiyetindedir.

Hasılı: Tevhide giden yolda vahdet ve ehadiyeti de muhafaza etmek halife-i arz olan nev-i beşerin boynunun borcudur. İman bunu iktiza eder. 

Yorumlar

en çok okunanlar

Attan İnememek!

Yolun buradan sonrasını yürüyerek devam edeceğiz... Yolcu yolunda gerek. Yol bazen düz, bazen yokuş, bazen taşlı... İnsan bir yolcudur; kabirden haşre, oradan ebedi istirahatgahına gidecek garip bir yolcu. Daha önce hiç tanımadığı insanları kalp cüzdanında saklayacak kadar bir acube-i hilkat! Farkında olmasakta zaman şeridinde her an yol alıyoruz. Bazen makamlar elde edip; at sırtında gidiyoruz, bazen makamları kaybedip eşek sırtına razı oluyoruz. Yolcusu kadar yolu da garip olan bu serüvende illede makam diye tutturanlar, asıl kaybedenler; işte onlar oluyor! Tüm zorluklara rağmen hayatın cehd ve gayret ile anlam kazanacağını “ bilen ademoğlu ” her vasıta değiştirdiğinde bitmek bilmeyen bir enerji ile yoluna devam ediyor. Sen yola devam et yol sana öğretir; ne kadarda hakikatli bir söz! Zahiren kadercilik gibi gelse de aslında insanın bu hayat serüveninde her şeyin dizginini elinde tutamayacağını anlatan veciz bir ifade. Bir garip dedi; attan inip ...

ASRI AHİR PARADOKSALINDAN ACİL ÇIKIŞ!

Dine düşman ehli dalâletin yol göstericisi şeytanın, en sevdiği hal müşevveşiyettir. Herbir şeyin karışık olması, tersyüz edilmesi, aradığını bulamama hali; enfusî ve afakî olarak sonun başlangıcı demektir. Taki insanın hedefe ulaştıracak bir yol göstericisi ve bir urvetil vuskası olmasın! Toplumlar nasıl karışır sorusunun cevabı, insanın kendi iç âleminde karışmış olmasında gizlidir. Toplum bilimciler ve ahlâkiyyunlar çok uzaklarda aradıkları sorunun cevabını evvellen kendilerine sorsalardı muhtemelen “kurunu vusta”da tedbir alma ve tedavi etme safhasına geçebilirlerdi. Başta bir diğer yol göstericilerden bahsetmiştik buna mukabil, insanın hayatta üzerine inşa ettiği/edebileceği bazı prensipleri tabiri ahsenle düsturları olması icap ediyor. Üzülerek ifade etmek gerekirse toplumun ekseri, düstur edinmek ve hayatına bir yön vermenin aksine -pazarda mal seçer gibi- rüzgâra göre gidenlere, sesi diğerlerine nazaran çok çıkanlara tabi olmayı marifet zannediyor. Bataklıktan çık...

Küfrü kesen tılsım!

Şefkat, karşılıksız sevgi anlamına gelmektedir. Aşktan daha keskindir. Keza aşk karşılık beklenen bir muhabbetin mukaddemesidir. Bu bağlam, şefkati aşktan daha keskin ve daha değerli kılmaktadır. Şehadet aleminde hava gibi, su gibi, hayat gibi vesaireler kadar şefkat de bol miktarda -anneler başta olmak üzere- sağanak sağanak yağdırılmıştır. Belki Cennette var olan ırmaklardan biri de şefkat akacaktır. Kim bilebilir ki? Su gibidir şefkat, girdi mi demirin içine, zamana bakar her şey, paramparça kesilir. Hava gibidir şefkat, nefes aldırır insana, hayat vesilesidir. Bediüzzaman o çok değerli tarikının hatvelerine şefkat etmek eylem ve durumunu da almıştır.   Kimbilir belki Bediüzzaman, Allah katında aciz ve fakir olan Nurun talebesinden tefekkür mesleğini şefkat ruhuyla yapmasını istemektedir. Problemli bir asırdayız. İnsanlığın yıldızları bile bu asrın dehşetli aktörlerinden havf etmişler. Allahümme ecirna min… demişler defaatle. Fırtınalı b...