Ana içeriğe atla

Külfeti Bırakmak Adına


Zaman süratle ilerlerken, aynı zamanda yaşamak tekalifini diğer bir ifade ile dünya yükünü süratle ağırlaştırıyor. Eski zaman odur ki zaruri dediğimiz dört, beş şeye ihtiyaç duyan insanoğlu; şimdi ihtiyaçlarını zamanın tesiratıyla yirmi otuza çıkarmış durumda.
Zaruri olanların haricindekiler de zaruri sınıfına bir şekilde kendilerini kayıt ettirmişler.
İktisatsızlık, israf, ilahi hikmetin haricinde yapılan tasarrufatlar bahsi geçen vahim neticeyi doğururken aynı zaruriliğin içinde ki alışkanlık ve müptela olma halleri hayatı ve yaşamayı herkesin birinci maksadı haline getirmiş desek çok mu iddalı olur?
İhtiyaçlar -iktisatsızlık ve israfın neticesinde gelen bereketsizliğin tesiri ile- pahasına mukabil hayatını ve tüm zamanını alacak bir çalışmayı biçare insanlara denk tutturmuş durumda. Bir evim, bir arabam, bir telefonum, bir ayakkabım, bir elbisem, bir vesairlerin önüne koyulan katsayıların ne kadar arttığı hepimizin malumu. Tekraren zikredilen bir’lerin de zaruri olup olmadığını varın siz düşünün!
Doymak bilmeyen ve içine aldıkça genişleyen, dünyaları dahi versen “Daha yok mu!” diyecek kadar; insanın istek ve arzuları. İşte o istek ve arzular asrı ahirde o derece serbest bırakılmış ki; yapılan ifrat derecede ki serbestiyet ve özgürlük bizleri şeytanın ve nefsin kölesi haline getirmiş.
Asrı ahir öyle gaddar ki şu an savunmasız ve esir bir vaziyette yakaladığı insanoğluna en ufak bir faydası uğruna ahiretini feda ettiriyor. Az bir menfaat ve ücrete mukabil iktisat ve kanaati esas almayan asrı ahir veletlerini tokatlıyor, tokatlıyor, tokatlıyor. Ağzına bir parça bal çalıyor sonra on tokat vuruyor.
Hayat elbisesi yırtılanlar yırtığı yamalayayım derken elbisesini paramparça ediyor ve dolayısıyla Rabbi Rahimin huzuruna çıkacak ne bir yüzü kalıyor nede şık bir libası.
Asrı ahir dediğimiz bu acib zaman diliminde en ziyade sarsılmayanlar iktisat ve kanaat düsturları ile hareket eden dolayısıyla berekete mazhar olan nurun müntesipleridir elbette. Onlar nura, hakikate, hizmeti imana sarıldıkları ölçüde yaşamak şeraitinde hafifleme ve ihtiyaçların karşılanması hususunda ki bereketeri bizzat hayatlarında müşahede ediyorlar.
İmana hizmetin berekete, bolluğu, feraha, sürura sebep olduğunu duymayan nefsimin kulakları çınlasın. “Nefis cümleden edna vazife cümleden alâ” sözü üzerine alâ vazifeyi bırakıp malayani ve faydasız, ebedi hayatında pranga olacak işlerin peşinden koşan nefsime yazıklar olsun!
Hülasa; İnsan ilim ve dua vasıtası ile tekâmül etmek için bu dünya imtihanına gönderildi. Dolayısıyla vazifeleri direk olarak buraya baktığı gibi sair ihtiyaçlarının giderilmesi ancak ikinci üçüncü derecede yine bahsi geçen vazifesine hizmet ettiği cihetiyle önem arzetmektedir. İhtiyaçların zaruri sınıfına dahil edilmesi de insanın istek ve arzusuna değil, Rabbi Rahimin onayına sunulması icab etmektedir. Kezalik, tekâmülüne bir manada Rabbi huzurunda ki durumuna halel getirecek meşguliyetler malayani olarak kabul edilmelidir.


Yorumlar

en çok okunanlar

Hatırlatmakta fayda var!

Mekânın, zamanın, boğazına kadar meşguliyetin, yetersizliğin, cehaletin vesair, bir çok sebebin neticesi; muhatap olduğumuz kardeşimize, abimize, bir tanıdığımıza meramımızı anlatamadan tartışmak, sinirlenmek, bağırıp çağırmak ve küsüp terk etmek oluyor. Bir mevzuyu izah etmek ve muhatabımızı ikna etmekten ziyade; üstün gelmek, mukalemede galip olmak arzusu bize hükmettiği için söylediklerimizi de tesirsizleştiriyor ve söyleyeceklerimizi de ya unutturuyor ya da daha sert üslûp cesedleri giydirerek işin içinden çıkılmaz bir hal aldırıyor. Oysa ne güzel söylemiş Asrın Bedisi; “Eğer bir meselenin münâzarasında kendi sözünün haklı çıktığına taraftar olup ve kendi haklı çıktığına sevinse ve hasmının haksız ve yanlış olduğuna memnun olsa, insafsızdır.” Hem zarar eder. Çünkü haklı çıktığı vakit, o münazarada bilmediği birşeyi öğrenmiyor. Belki gurur ihtimaliyle zarar edebilir. Eğer hak hasmının elinde çıksa, zararsız, bilmediği bir meseleyi öğrenip menfaattar olur, nefsin gururundan kurtulu...

Kuran Bir Bütündür

Ehli ilmin reçetesi ve bir tefsir mukaddemesi namında ki İslamiyet elmas kılıncına saykal vurmak için kaleme alınan Muhakemat adlı muhteşem eser üç bölümden müteşekkildir. Birinci bölümde; hakikatler nazarlara verilip adeta temeller ve kökler sağlamlaştırılırken, ikinci bölümde belagatin ince ve dakik ayrıntıları izah edilir. Üçüncü bölümde ise Kuran’ın ana esasları olan tevhit, peygamberlik, öldükten sonra tekrar yaratılma ve adalet mevzuları delilleri ile ispat edilirken derya içinde olduğunun farkında olmayanlara nispet edercesine uzak diyarlarda ki Japonların İslamiyet hakkında ki suallerine cevaplar sard edilir. Maksada ulaşmak adına giriş cümleleri mahiyetinde ki mukaddemelerden yardım istemek araştırmacı ve tahkik ehlinin adeta şiarıdır. İslam hakikatlerinin ne kadar yüksek olduğu malumunuz olması hasebiyle elbette o yüksek hakikatlere merdivenimizi dayayıp mukaddeme basamaklarından yukarı doğru tırmanmalıyız. Müzakere ettiğimiz Muhakemat eseri de bu yolu tercih etmişti...

Bir Başka Zübeyir

Zübeyir en sevdiğim isimlerden birisi... Bu adı her zikrettiğimde acibdir; yıldızları hatırlarım. Dolayısıyla yıldız mânâsına geldiğine inanırım, saklı kapılarımda. “Aziz, sıddık, fedakâr, metin, sarsılmaz...” ve birçok sıfat yakıştırırım sonuna. Evet, Zübeyir fedakârdır, Zübeyir metindir, Zübeyir dikkatlidir vesair... Ziver, bir gün aradığını bulmak ümidi ile çalar kapısını Bediüzaman’ın. Ağlamaklıdır gözleri, dilinden zor dökülür kelimeler zaten. Adını sorar Bediüzzaman, üç defa “Zübeyir hoş geldin” cevabını vereceğini ve yine üç defa “Ziver efendim” cevabını alacağını bile bile. Ziver anlamıştır artık, “kâinata değişilmeyecek biri” olmanın adı; Zübeyir’dir. Hz. Zübeyir... Çok şey anlatır bu isim, çok hüzün vardır içinde. İlk olmanın, fedakâr ve dâvâsına en ziyade sâdık kalmanın ağır yüküdür. Resulullah’a (asm) sadâkatin ilk kılıcıdır. Cennetle müjdelenmek nasıl bir huzur, kim bilebilir ki! Zübeyir, Hz. Zübeyir olmayı düşünmüş müdür bunca fitnenin, günahın arasında acaba? Fenâfil...