Ana içeriğe atla

Hakikati Ararken Siyaset!


Siyaset bulaşıcı bir hastalık gibi herkesi tesiri altına alıyor. Özellikle asabi ruhları bunaltıyor, kaderi tenkit etme gafletine düşürürken, ümitsizlik dalgaları arasında boğuyor. Selameti kalp isteyen elbette siyaseti bırakmalı ve ondan istenilen ve ahirette ihtiyacı olacakları tedarik etmeye şimdiden başlamalı.
Nurun Müntesibleri muhtaç gönüllere hakikat ulaştırma vazifesi ile tavzif olundukları için tabiri caiz ise dünya tarlasında ahirete ait mahsüller yetiştirdikleri için siyasi münakaşalardan ve tarafgir yaklaşımlardan bigâne durmalıdır. Nitekim Nurun Müellifinin Necip Fazıl, Eşref Edip gibi zatlara hitaben iman yolunda kardeşiz; fakat siyaseten aynı düşünmüyoruz ikazını bu bağlamda düşünmeliyiz. Bilineni tekrar zikretmek, hatırlatmak gerekirse muvafığı ve muhalifi ile milletin her tabakasında insanın Kur’an-i hakikatlere ihtiyacı olduğudur. Siyaset ile meşguliyet ne yazık ki; bahsi geçen hakikat ile aramıza kalın duvarlar örüyor.
Hedefe ulaşmak için ne yapılmalı?
Vazifemiz müspet hareket etmektir. Vazifemiz tamirdir. Kırmadan dökmeden siyaset topuzunu elimize almadan yüz elimiz dahi olsa nura sıkı sıkıya sarılmaktır. Zira kurtuluş ondadır. Üstad Bediüzzamanın izzet ve celalini bilenlerin, asabiyetini tahrik için ne gibi planlar hazırladıklarını Nurun sayfaları arasında hayretle mütala ediyoruz. Koca koca paşalara, makam ve mevki sahiplerine, hareket ordusu kumandanına; M. Şevket Paşaya, mahkeme reisi Hurşit Paşaya, Mustafa Kemale, İngilizlerin İstanbul’u işgal eden komutanına eyvallah etmeyen bir zatın tüm bu haykırışları yaşamamış gibi adi bir bekçinin geri dön, çıkamazsın, bir yere gidemezsin gibi emrivaki sözlerine bir şey demediğini eminim okumuş hiç olmazsa duymuşuzdur. Bu tavrın müspet hareketin neticesi olduğunu aklımızdan çıkarmayacağımız bir hakikat olsa gerek.
İlanihaye tamir etmek zor ve şiddete başvurmak ile imanı kurtarmak adına bir yerlere ulaşmak, özellikle münafıkane iş gören zındıka komitelerine karşı, masumlara zarar vermekten başka bir işe yaramıyor. Şeyh Said ve Menemen hadiseleri bu iddiamıza bir delil olsa gerek.
Nurun kıymetli derslerinden hak ve hakikat dersi alan Nurun Müntesibleri bir gemide bir masumun bulunmasından dolayı on cani yüzünden ki masum hakkından feragat etmeden hiçbir adalet kanunu ile batırılamayacağını bilirler. Afakta, toplumda bahsi geçen kanun geçerli olduğu gibi nefis ve insanda da aynen geçerlidir. Zira bir insanın hak ve adalet adına masum sıfatları muhatap alınacağı mabeynimizde bilinmelidir ki; dalga dalga insanlığa aksetsin. Ne yazık ki; siyasete bulaşan zihinler/imiz muhatabına bahsi geçen zaviyeden bakmakta çok zorlanıyor/uz.


Allah için sevip, allah için buğz etmek
Asrı ahirde dehşetli cereyanlar herşeyi kendi mesleğine alet edebilir güç ve kuvvetteler. Bir tarafa destek olayımda diğer tarafı mağlup edeyim, sakat düşüncesi, çözüm yollarını sanılanın aksine açmıyor, daha da daraltıyor ve yeri geldiğinde kapatıyor. Münafıkane iş gören  ve ahiret namına hiçbir endişe gütmeyen bahsi geçen büyük cereyanlar; iki mütekabil kuvvetin birini kendine dost edip diğerine düşman ederek ehli hak ve hakikati mağlup ediyorlar.
Ehli diyanet geçmişte çok ders alacak hadiseler yaşamasına mukabil binler esef ki hala akıllanmış görünmüyor. Bazı ehli diyanet siyasette sırf tarafında göründüğü için şeytana melek ve sırf muhalifinde gördüğü, bazen zannettiği için, kamil velilere ve Allah dostlarına şeyan nazarı ile bakıyor. Dolayısıyla Üstad Bediüzzamandan Nurun Müntesiblerine tevarüs eden böylesine bir siyasetten Allaha sığınmak olacaktır. Hem bahsi geçen verasete binaen Nura muhatap olanlar siyaset için sevip, siyaset için düşmanlık etmek yerine; Allah için sevip, Allah için buğz etmek hakikatine sarılmaktadırlar.
Siyasi parti kurarak yada devlet kademelerine girerek hizmet edilebilir mi?
Ezeli Kelam bin dört yüz yıl evvel vahyedilse dahi, mahluk olmadığı için; yani Rabbi Kelamın sözü olduğu için, geçmiş ve geleceği ziyası ile aydınlattığını anlayabiliyoruz. Buradan hareketle Ezeli Kelam her asra külliyen müteveccih olduğu gibi bazı ayetleri de gelmiş ve gelmekte olan asırlara hususiyetle bakar. Bu gaddar asra hususi bakan ayetlerden birisi hiç şüphesiz kimse kimsenin günahını yüklenmez mealinde ki açık açık adaletli olun uyarısını yapan ayetidir. Bu gaddar asır zulümleri ile birlikte bahsi geçen ayete muhalefet ettiklerine nazaran Ezeli Kelamın yine bu asırda bayraktarlığını yapan Nurun Müntesibleri bu ayeti en ön saflarda dalgalandırmak mecburiyetindedirler. Bahsi geçen mesuliyetin tahakkuk etmesi ancak siyasetten içtinab edip beri durmakla mümkün görülmektedir. Zira dahilde kılıç çekilmediği gibi müdahil siyaset, hak ve hukuku ayaklar altına alma istidatında olan zalimin zulmünü genişletebilecek seviyededir.
Söz konusu içtinabın siyasi parti kurup, devlet kademelerine sızıp hizmet etmeye çalışmanın “azim zararları olarak değerlendirmek” her şakirdin boynunun borcudur. Herkes hürdür. Herkes fikirlerini hür bir şekilde, hür bir ortamda beyan edebilir. Dolayısıyla bir partiyi desteklediği gibi bir partinin içerisine şahsı adına girebilir. Bu mevzuda bahis harici oldu kusura bakılmasın.
Üstad Bediüzzaman Ahrar Fırkasının devamı olan Demokrat Partiyi desteklemiş ve talebelerini bu destek olma haline teşvik etmiştir. Nitekim siyasette Muktesit Mesleği kabul edenlerden olan Üstad Bediüzzaman halkçılar, milliyetçiler ve ittihadı islam partilerini değil de bu vatanda var olan dört ekolden biri olan Demokrat Partiyi desteklemiş, başarılı icraatlarını tebrik etmiş,  yalnışlarını ikaz ederek uyarmıştır.
Siyasete bakarken Üstad Bediüzzaman’ın içtimai prensiplerine nazara almak elzemdir. Onun özellikle ilk dönem eserleri Münazarat, Sünuhat, Hutbe’i Şamiye, makaleleri ve nihayi eseri olarak adlandırabileceğimiz Emirdağ İki mektupları bu külli iman hizmetinde siyasete ve içtimaiyata bakışın ip uçlarını vermektedir.

Son olarak siyaset bulaşmaya mecbur kalındığında siyaseti dinsizliğe ve dini siyasete alet edenlere mukabil elbette ve elbette siyaseti dine alet ettirme zaviyesinden bakılmalıdır.

Yorumlar

en çok okunanlar

Hatırlatmakta fayda var!

Mekânın, zamanın, boğazına kadar meşguliyetin, yetersizliğin, cehaletin vesair, bir çok sebebin neticesi; muhatap olduğumuz kardeşimize, abimize, bir tanıdığımıza meramımızı anlatamadan tartışmak, sinirlenmek, bağırıp çağırmak ve küsüp terk etmek oluyor. Bir mevzuyu izah etmek ve muhatabımızı ikna etmekten ziyade; üstün gelmek, mukalemede galip olmak arzusu bize hükmettiği için söylediklerimizi de tesirsizleştiriyor ve söyleyeceklerimizi de ya unutturuyor ya da daha sert üslûp cesedleri giydirerek işin içinden çıkılmaz bir hal aldırıyor. Oysa ne güzel söylemiş Asrın Bedisi; “Eğer bir meselenin münâzarasında kendi sözünün haklı çıktığına taraftar olup ve kendi haklı çıktığına sevinse ve hasmının haksız ve yanlış olduğuna memnun olsa, insafsızdır.” Hem zarar eder. Çünkü haklı çıktığı vakit, o münazarada bilmediği birşeyi öğrenmiyor. Belki gurur ihtimaliyle zarar edebilir. Eğer hak hasmının elinde çıksa, zararsız, bilmediği bir meseleyi öğrenip menfaattar olur, nefsin gururundan kurtulu...

Kuran Bir Bütündür

Ehli ilmin reçetesi ve bir tefsir mukaddemesi namında ki İslamiyet elmas kılıncına saykal vurmak için kaleme alınan Muhakemat adlı muhteşem eser üç bölümden müteşekkildir. Birinci bölümde; hakikatler nazarlara verilip adeta temeller ve kökler sağlamlaştırılırken, ikinci bölümde belagatin ince ve dakik ayrıntıları izah edilir. Üçüncü bölümde ise Kuran’ın ana esasları olan tevhit, peygamberlik, öldükten sonra tekrar yaratılma ve adalet mevzuları delilleri ile ispat edilirken derya içinde olduğunun farkında olmayanlara nispet edercesine uzak diyarlarda ki Japonların İslamiyet hakkında ki suallerine cevaplar sard edilir. Maksada ulaşmak adına giriş cümleleri mahiyetinde ki mukaddemelerden yardım istemek araştırmacı ve tahkik ehlinin adeta şiarıdır. İslam hakikatlerinin ne kadar yüksek olduğu malumunuz olması hasebiyle elbette o yüksek hakikatlere merdivenimizi dayayıp mukaddeme basamaklarından yukarı doğru tırmanmalıyız. Müzakere ettiğimiz Muhakemat eseri de bu yolu tercih etmişti...

Bir Başka Zübeyir

Zübeyir en sevdiğim isimlerden birisi... Bu adı her zikrettiğimde acibdir; yıldızları hatırlarım. Dolayısıyla yıldız mânâsına geldiğine inanırım, saklı kapılarımda. “Aziz, sıddık, fedakâr, metin, sarsılmaz...” ve birçok sıfat yakıştırırım sonuna. Evet, Zübeyir fedakârdır, Zübeyir metindir, Zübeyir dikkatlidir vesair... Ziver, bir gün aradığını bulmak ümidi ile çalar kapısını Bediüzaman’ın. Ağlamaklıdır gözleri, dilinden zor dökülür kelimeler zaten. Adını sorar Bediüzzaman, üç defa “Zübeyir hoş geldin” cevabını vereceğini ve yine üç defa “Ziver efendim” cevabını alacağını bile bile. Ziver anlamıştır artık, “kâinata değişilmeyecek biri” olmanın adı; Zübeyir’dir. Hz. Zübeyir... Çok şey anlatır bu isim, çok hüzün vardır içinde. İlk olmanın, fedakâr ve dâvâsına en ziyade sâdık kalmanın ağır yüküdür. Resulullah’a (asm) sadâkatin ilk kılıcıdır. Cennetle müjdelenmek nasıl bir huzur, kim bilebilir ki! Zübeyir, Hz. Zübeyir olmayı düşünmüş müdür bunca fitnenin, günahın arasında acaba? Fenâfil...